​Uzun yıllar basın mensubu ve araştırmacı gazeteci kimliğiyle hayatı hem içeriden hem de dışarıdan gözlemleyen biri olarak, her zaman "zamanın ruhunu" yakalamaya çalıştım. Batı Karadeniz kökenli (Bartınlı) olsam da Almanya'da doğup büyüdüm ve sonra İstanbul'a geldim. Bu deneyim, bana değişimi ve huzurun kıymetini farklı bir pencereden görmeyi öğretti.

Seksenler ve Doksanlar: Yüzyılın En Kıymetli Molası
​Geçen koca bir yüzyıla dönüp baktığımızda, yaşadığımız coğrafyanın ve dünyanın büyük bir kısmının savaşlar, büyük buhranlar ve siyasi çalkantılarla yoğrulduğunu görürüz. Tarih sayfaları, sürekli bir mücadele kaydı tutuyor. İşte tam bu ağır yükün ortasında, iki on yıl vardır ki, benim ve benim kuşağım için en kıymetli, en güzel ve en huzurlu yıllar olarak parlar: Seksenler ve doksanlar.
​Bu yıllar, sebepsiz yere bu kadar çok anılan, sürekli bahsedilen ve özlenen yıllar değil. Seksenlerden öncesi, bitmek bilmeyen küresel ve yerel savaşların ağır bedelleriyle doluydu. Doksanlardan sonrası ise, toplumu yoran ekonomik krizler ve siyasi oyunların gölgesi altına girdi. Seksenler ve doksanlar, adeta tarihin bize sunduğu bir nefes alma anı, bir huzur durağıydı.

Seksenlerin Ağırbaşlılığı ve Doksanların Özgürleşen Ruhu
​Seksenler, zorunlu bir sükunetin ve yeni bir düzen arayışının yıllarıydı. Henüz tek kanallı televizyonun olduğu o dönemde, eğlence seçeneklerimiz kısıtlı ama paylaşımımız derindi. Tüketim çılgınlığı henüz kapımızı çalmamıştı; eşyanın, dostluğun ve emeğin kıymeti daha yüksekti. ​Doksanlar ise, Seksenlerin yavaşlığının üzerine inşa edilen büyük bir enerji patlamasıydı. Dünya üzerindeki en büyük gerilim olan Soğuk Savaş'ın bitişi, beraberinde iyimserlik rüzgarını getirdi. Mankenlik yaptığım o yıllarda, podyumlarda ve ekranlarda hissedilen bu neşe ve coşku tarifsizdi. İletişimin hızı artmış, özel kanallar ve radyolar toplumu renklendirmişti; ancak internet ve telefonlar, henüz hayatımızın her anını işgal etmiyordu.

​Bugünden O Yıllara Bakış: Kayıp Kuşaklar
​Maalesef, o huzur dönemi uzun sürmedi. Bugün, o yılları bu kadar çok özlememizin nedeni, aradaki keskin karşıtlıktır. Yeni milenyum, bize yepyeni bir tür işgal getirdi:
​Ekonomik Baskı: Ülke, herkesin canını yakan derin ekonomik sıkıntılar içinde. Öyle ki, bir emeklinin maaşı, artık tek bir evin kirasını dahi karşılayamaz hale geldi. Güven ve istikrar algısı yara aldı.
​Kayıp Çocukluk ve Gençlik: En acısı da, gelecek kaygısı o kadar erken yaşlara indi ki; çocuklar çocukluğunu yaşayamıyor, gençler ise gelecek kurma endişesinden gençliğini yaşayamıyor. O yılların getirdiği umut ve hafiflik, yerini ağır bir sorumluluk yüküne bıraktı.

​Siyasi Oyunların Gölgesi: Doksanlardan sonraki dönem, küresel terörün yanı sıra, içeride ve dışarıda bitmeyen siyasi oyunların ve gerilimlerin gölgesi altında geçti. Bu durum, toplumsal enerjiyi tüketti ve o eski huzurlu odaklanma anını bizden aldı. ​Seksenler ve Doksanlar bu yüzden o kadar değerli. Onlar, kitlelerin henüz birbirinden kopmadığı, teknolojinin bizi değil, bizim teknolojiyi kontrol ettiğimiz, siyasi gerilimlerin hayatın önüne geçmediği son dönemdi. Onlar, bize gerçek hayatın, samimiyetin ve yavaşlamanın ne kadar kıymetli olduğunu gösteren son fırsattı. Bizler, o dönemin kıymetini bilenler olarak, o huzuru ve samimiyeti, bugünün yorgunluğuna karşı bir umut ışığı olarak hatırlamakla ve yeni nesillere aktarmakla yükümlüyüz.