Dünya Bankası verilerine göre, yoksulluk her geçen gün artıyor. Günde 2$'ın altında kazanç elde eden kişi sayısı, üç milyar ile dünya nüfusunun neredeyse yarısını oluşturuyor. İnsanların gelir seviyeleri azalıyor ve buna bağlı...

Dünya

Bankası verilerine göre, yoksulluk her geçen gün artıyor. Günde 2$’ın altında kazanç elde eden kişi sayısı, üç milyar ile dünya nüfusunun neredeyse yarısını oluşturuyor. İnsanların gelir seviyeleri azalıyor ve buna bağlı olarak yaşam standartları, sosyal ve toplumsal standartların altına düşüyor. Aslında söz konusu bu yoksullaşma; üretimde kullanılan kaynakların ya da üretimden elde edilen gelirin düşük gerçekleşmesi sonucu ortaya çıkmıyor. Sorunun temel sebebini; üretim kaynaklarının ve gelirin, toplumsal sınıflar ve bireyler arasında adil olmayan bir biçimde dağıtılması oluşturuyor. Nitekim tüm dünyadaki mal ve hizmet üretiminin %70’ni gerçekleştiren ve dünya gelirlerinin de %70’ine sahip olan nüfus, dünya nüfusunun yalnızca %10’unu oluşturuyor. Öte yandan geriye kalan %90’lık çoğunluk ise, dünya gelirlerinin yalnızca %30’unu bölüşmekte. Bu durum, toplumsal gruplar ve bireyler arasında alım gücü, kalkınma hızı, refah seviyesi, yaşam standartları gibi konularda ciddi farklılıklar oluşmasına neden oluyor. Dünya genelinde; küresel ve çok uluslu şirketlere sahip, eğitim seviyesinin yüksek ve teknolojinin gelişmiş olduğu toplumlarda gelirin, bireyler arasında daha adil bölüştürüldüğü gözlenirken iç karışıklıkların fazla olduğu gelişmekte olan toplumlarda, adil gelir dağılımından söz edebilmek giderek daha güç bir hal alıyor. Böylece gelirden daha fazla pay alan toplumsal gruplar için aydınlık bir yaşam söz konusu olurken, dünyanın büyük bir çoğunluğu ise yoksulluğun zifiri karanlığı ile karşı karşıya kalıyor.

TÜRKİYE’DE GELİR DAĞILIMI

OECD gelir eşitsizliği raporuna göre; üye ülkelerin çoğunda, son otuz yılın en yüksek gelir dağılımı eşitsizliği yaşanıyor. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yoksulluk ve gelir dağılımı eşitsizliği, çözüm bekleyen önemli sorunlar arasında yer alıyor. İktisadi olarak ‘’Belirli bir orandaki nüfus diliminin milli gelirden aldığı pay ile aynı şartlardaki başka bir nüfus diliminin milli gelirden aldığı pay arasındaki farklılığı’’ ifade eden gelir eşitsizliğini, tamamen ortadan kaldırmak da mümkün değil. Kaldı ki çalışma ilkesine bağlı olmaksızın, üretken bireyler ile üretime hiçbir katkı sağlamayan bireylerin gelirden aynı oranda pay alması, doğru ve etik olmamaktadır. Ancak gelirler arasında uçurumların bulunması; toplumda iç karışıklıklara sebep olacağından, gelir farklılıklarının mümkün olduğunca minimum seviyede tutulması gerekmektedir.

Reel servet ve beşeri sermaye, toplumsal güç ve sosyal statü, ücret farklılıkları, demografik etkiler, makro-ekonomik faktörler (işsizlik, enflasyon) ve Sosyo-ekonomik faktörlere ( ırk, cinsiyet, yaş, eğitim vb.) bağlı olarak ortaya çıkan gelir dağılımı eşitsizliğinin, Türkiye gibi geleneksel toplumlardaki en belirgin sebebi şüphesiz sosyal normlar ve gelenekler olmaktadır. Nitekim: kira sözleşmeleri, iş sözleşmeleri, evlilik kurumu ve miras paylaşımı gibi toplumsal geleneklere bağlı olarak şekillenen olguların, toplumdan topluma farklılık göstermesi; gelir dağılımında da birtakım eşitsizliklere neden olmaktadır. Örneğin; toprak mülkiyetinin belirli bir kesimin elinde yoğunlaştığı toplumlarda, toprak sahibi olmayanların topraktan yararlanabilmesi için belirlenmiş bir kira bedeli ödemeleri gerekmektedir. Devlet kontrolü olmaksızın yapılan söz konusu kira sözleşmeleri ise genel olarak, toprak sahibi lehine gerçekleşmekte ve gelirin adil dağılımı üzerinde olumsuz bir etki yaratmaktadır. Diğer taraftan; Japonya ve Kore gibi bazı Asya ülkelerinde çalışanlara ömür boyu istihdam imkânı sunularak, bireyler için bir güvenlik ağı oluşturulurken, Türkiye gibi ülkelerde iş sözleşmelerinin, böyle bir güvenlik ağından yoksun gerçekleştirilmesi; durgunluk dönemlerinde işten çıkarmaların artmasına neden olmakta, insanlar ücret gelirinden yoksun kalmakta ve neticesinde gelir dengesi bozulmaktadır. Benzer şekilde; eş seçiminin, aynı gelir grubuna dâhil bireyler arasından yapılması; gelirin yatay bir biçimde, yine aynı gelir grubu içerisinde dağılmasına neden olmaktadır. Hala bazı bölgelerde kız çocuklarının mirastan mahrum bırakılması ise ne yazık ki Türkiye’deki gelir dağılımı eşitsizliğini arttıran temel nedenler arasında yer almaktadır.

Sonuç itibariyle toplumda belirli bir grubun gelirlerini sürekli arttırması ve geri kalan kesimin giderek yoksullaşması; toplumsal huzursuzluğa ve kargaşalara yol açan seslerin yükselmesine neden olan, tehlikeli bir durumu ifade etmektedir. Gelir dağılımında adaleti sağlayamayan toplumlar, iç karışıklıkların önüne geçemeyecek ve toplumsal kalkınmayı gerçekleştiremeyecektir. Gelişmiş toplumların hayat standartlarına erişmek için öncelikle; ekonomik gelişmenin nimetlerinden toplumdaki herkesin adil biçimde yararlandırılması gerekmektedir. Bireylerin eşit şartlarda ve toplum standartları üzerinde yaşamlarını idame ettirdikleri bir Türkiye ancak devlet otoritesinin, bir takım politikalarla gelir dağılımına müdahale etmesi ile mümkün kılınacak ve adil gelir dağılımının sağlanması ise daha huzurlu, gelişmiş ve refah seviyesi yüksek toplumların mimarı olacaktır.