Siyasi kaygılara ve ince hesaplara dayalı olarak, özünde olumlu ve doğru olan bir şeyi, ayrıntılarına girerek eleştirmek ne kadar yanlışsa, olumsuz olan bir şeyi de detaylarından yola çıkarak övmeye kalkmak da o kadar yanlış! Eğer bir...
Siyasi kaygılara ve ince hesaplara dayalı olarak, özünde olumlu ve doğru olan bir şeyi, ayrıntılarına girerek eleştirmek ne kadar yanlışsa, olumsuz olan bir şeyi de detaylarından yola çıkarak övmeye kalkmak da o kadar yanlış! Eğer bir toplum, bütünüyle siyasete odaklanarak, futbol takımı tutar gibi parti tutma fanatizmine yönelerek, belli bir kutuplaşma içine girmişse, o toplumda, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, olumluyla olumsuzu ayırt etmek giderek zorlaşır. Geçmişte özellikle de gençliğimizde hepimiz bu tür yanlışların bataklıklarından geçerek bugünlere geldik. İdeolojik körlük içinde, karşı olduğumuz siyasi yapıların ortaya koyduğu her icraata bir kulp takıp karalamanın ilkelliği ya da yanılgısı içine girdik. Bu tür saçmalıklara tabii ki, kendi başımıza imza atmadık. Gençliğin ya da bilgisizliğin hatta belli koşullandırmaların, birilerinin bir biçimde bize dayatmalarının etkisiyle, bu yanlışlıkları yaptık. Geriye dönüp şöyle bir bakıyorum da, biz boğaz köprülerinin yapılmasına da sürekli karşı çıktık. Karayollarına ağırlık verilmesini, büyük holdinglerin otomotiv sanayisine bir katkı olarak düşündük, düşürüldük. Dünlerde, karayollarına ağırlık verilip demiryollarının ihmal edilmesini en acımasız bir biçimde eleştirirken, bugün hızlı trene de karşı çıkma aymazlığı içine girdik. Bugün kentsel dönüşümle şehirlerimizin, gecekondu rezilliğinin önüne geçilmesi çabalarını da, bir rant kavgası olarak göstermeye çalışırken, 2B arazilerini yani kamuya ait alanları yıllardır bedava kullananlara bu arazilerin satış yapılarak hazinenin yani devletin gelir elde etmesine de karşı çıkıyoruz. Çok daha vahimi, ülkeye döviz kazandıran yabancıya mülk satışına da karşı çıkma saçmalığına imza atmakla meşgulüz. Karşı çıkmış olmak için karşı çıkmanın, eleştirmiş olmak için en acımasız eleştirilerde bulunmanın tek yolu, olayın özünü bırakıp, ayrıntılardan yola çıkarak eleştiri yapmanın kolaycığına ve ilkelliğine kaçmaktır. Atalarımız, “Kadı kızında bile kusur bulunur” derken, herhangi bir şeyde kusur aradınız mı, bulunabileceğini anlatmaya çalışmışlar. Toplum olarak, bu denli siyasete odaklanıp, her olaya ve gelişmeye siyasi kaygılarla bakmaya devam edersek, kendi oturduğumuz dalı kesmeye devam edip dururuz. Her konuyu siyah ve beyaz olarak görmeye başladık. Grileri gören ve gösteren yok. Bütün kurum ve kuruluşlara bu gözle bakıyor, her uygulamayı ya çok iyi ya da çok kötü olarak değerlendiriyoruz. Bürokrasiyi, orduyu, polisi, yargıyı bile, bu kutuplaşmanın bir parçası olarak görüyoruz. Böyle bir kutuplaşmanın olmadığını söylemek mümkün mü? Dün değildi, bugün de değil. Demokrasi tam anlamıyla rayına henüz oturmuş değil. Hepimizin birçok konuda belli kaygıları var. Dünlerde bu kaygılarımız tavan yapmıştı. Bugün ise, kaygılarımız giderek azalmaya başlasa da tamamen ortadan kalkmış değil.