DEĞERLİ okurlar. Gülmek mi ağlamak mı gerektiğine bir türlü karar veremiyorum. Geçenlerde bir çocuk pencereden düşüp hayatını kaybediyor. Anası cenazenin başında bakın neler söylüyor:

DEĞERLİ

okurlar.

Gülmek mi ağlamak mı gerektiğine bir türlü karar veremiyorum.
Geçenlerde bir çocuk pencereden düşüp hayatını kaybediyor.
Anası cenazenin başında bakın neler söylüyor:
"Oğlum korkma.
Allah seni sevdiği için yanına aldı."
Böyle diyerek hiç üzüntü emareleri göstermeden hayatını kaybetmiş çocuğunu teselli etmeye çalışıyor.
Çocuğuna bakmayan.
Pencereden düşmesine neden olan bu anne, çocuğunu Allah’ın sevdiği için aldığına inanabiliyor.
Millet olarak, bütün sorunlarımızın sorumlusu olarak birilerini gösterme konusunda üzerimize yok!
Aile içinde de, uluslar arası ilişkilerde de hep bir düşmanı günah keçisi ilan ederek işin içinden sıyrılıp, sorunlarımızın gerçek nedeninin biz olduğumuzu hep görmezden geliyoruz.
Çocuklarımızın önemli sınavlarda başarı kazanmaları için, ne dersaneye ne de ders çalışmalarına gerek yok. Yatırlara gidip dua ederek bütün sınavların kazanılacağına inanan beyinlerimiz var.
İşin çok daha vahim yanı ise.
Gencecik beyinlerin böyle bir saçmalığa alet edilip inandırılması.
Yıllardır yağmur duasıyla yağmur yağdırmaya çalışıyoruz.
Halbuki Meteoroloji neredeyse aylar sonrasının hava raporunu veriyor.
Son günlerde her konuda dua edilirken bir de bal duası yapıldı.
Bir sürü yarışmada kimi yarışmacılar dua ederek yarış kazanacağını sanıyor.
Survivor’da da Yusuf ile Bora yarışa hazırlanırken Yusuf dua ettiği halde yarışı kaybetti.
Dikkat edin, benzer yarışmalarda, hangi dinden olursa olsun dua edenlerin genellikle yarışı kaybettiğini göreceksiniz.
Bence nedeni de, dua edenin kendisine güveninin olmaması, işine gereken önemi vermemesinden başka bir şey olamaz.
Her şeyi de kadere bağlayıp Yaradan’ı sorumlu göstermek alışkanlık haline geldi.
Aslında Müslümanlıkta kader anlayışı kesinlikle böyle değil.
Eğer kader denilen şey, alna yazılanın yerine gelmesi olsaydı.
Bütün insanların işledikleri tüm suçlardan hatta cinayetlerden sorumlu tutulmaması gerekirdi.
Yani.
Cinayeti işleyen, hırsızlığı ve benzer tüm suçları işleyenler Allah’ın emrini yerine getirmiş olurdu.
Aslında bu tür kadere inanan toplumlar da var.
Ne ise, aslında bu konu İlahiyatçıları ilgilendirse de, bizim ilahiyatçılar bu konuya hiç girmiyor, onlar da kaderin yanlış anlaşılmasına, bir bakıma çanak tutuyorlar!
Siyasetçilere baksanıza, onlar da ya işi kadere ya da bir düşmana bağlayıp işin içinden sıyrılıyorlar.
Kader, aslında Levh-i Mahfuz olarak derinliğine ele alınmalı.
Daha önce de yazmıştım.
Takvim yazar. Ayın şu günü ve şu saatte güneş tutulacak diye. Şimdi, takvim yazdığı için mi güneş tutuluyor?
Yoksa, güneş tutulacağı için mi takvim yazıyor?
Yani alnımıza yazıyorsa eğer, bizim dünyada ne halt karıştıracağımızı bildiğinden yazıyor.
Biz bile, sıradan bir insan olarak, kehanette bulunup, tehlikeli bir yaşam sürdürenleri görünce “Başına gelecek var” demiyor muyuz?
Biz bile böyle bir öngörüde bulunabilirken, Yaradan kimin ne halt karıştıracağını bilemez mi?
Çok daha komiği ise, adam aracının arkasına “Allah korusun” diye yazarak, neredeyse Allah’a emir verdiğinin farkında bile değil.
Her dinde saçma sapan ritüeller, örf, adet ve gelenekler olduğu gibi bizde de benzer saçmalıkların olduğunu kabul etmek zorundayız.
Her neyse.
Çok önemli bir özlü sözle konuyu kapatalım:
"İnsanları inandıkları şeyden alıkoymak, bir şeye inandırmaktan daha zordur. Zira kökleşmiş inançları söküp çıkartmak için uzun mücadeleye ihtiyaç vardır. Eski inançlar yerlerini yenilerine terk etseler bile, kökleriyle sökülmemişlerse en ufak bir zemin bulunca hortlarlar."