Yazının başlığına bakıp, dövüş sporlarındaki kuşaklardan söz edeceğimi sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Hani bizim o meşhur çok gerilerde kalan 68 kuşağı var ya, ona benzeyen, kuşaklar arası farktan söz edeceğim. İnsan yaşlandıkça,...
Yazının başlığına bakıp, dövüş sporlarındaki kuşaklardan söz edeceğimi sanıyorsanız aldanıyorsunuz.
Hani bizim o meşhur çok gerilerde kalan 68 kuşağı var ya, ona benzeyen, kuşaklar arası farktan söz edeceğim.
İnsan yaşlandıkça, yaşıtları arasında kendisini çok daha fazla yaşlı hissederken, gençler arasında kendisini çok daha fazla genç hissedebiliyor!
Gençlerle haşır neşir olduğunuzda, kuşak farkından kaynaklanan her tür çelişkilerden olabildiğince arınıp, çok daha sağlıklı bir biçimde, çağın gereği olan gelişim ve değişimi hatta her alandaki ilerlemeyi algılayabiliyor, belli ezberlerden ve de saplantılardan da kurtularak, günü daha doğru bir biçimde yorumlayabiliyorsunuz.
Benim gibi yaşlı bazı dinozorların, nostaljik takılmalarla geçmişe, geçmişin değerlerine şu ya da bu biçimde öykünerek, günümüz dünyasına dönük acımasız eleştirileri öylesine komik ki, günümüz gençliği, geçmişi yaşamadıkları için, sadece anlatılanlarla yetindiklerinden onlar da dinozorların anılarıyla ve anlattıklarıyla yetindiklerinden, günün nimetlerini beğenmemeye başlayıp, mutsuzluğa yelken açıyorlar.
“Anılar yaşlıların bastonudur” demiş bir düşünür.
Gençlerin bastona ihtiyaçları olmadığına göre, yaşlıların anılarından çok bilgi ve deneyimlerinden yararlanmalılar.
Benim genç kuşaklarla ve de günümüzün teknolojisiyle buluşmama katkı sağlayan genç beyinlerden birisi de, gazetemizin iri yarı müdürü sayın Ferit Kesen.
Bizim yakışıklı, bir güzel hikayeyi bana postalayıp bu konuyu işlememi istemiş.
Ben de size bu güzel hikayeyi aktarıyorum.
Bill Gates bir lokantaya gitmiş ve yemeğini yedikten sonra garsona 2 dolar bahşiş bırakmış.
Garson, "Dün oğlunuz 100 dolar bahşiş verdi, siz sadece 2 dolar mı veriyorsunuz?" diye sormuş. Bill Gates, "O bir milyonerin oğlu, bense bir çiftçinin oğluyum" demiş.
Değerli okurlar, bir serveti çalışarak sıfırdan edinmekle, bir servetin üzerine konup miras yedi olma arasındaki fark bu olmalı!
Mirasyedilerin önemli bir bölümünün, mirası nasıl çarçur edip iflas ettiklerine hep şahit oluyoruz.
Tabii iyi eğitim almış, küçük yaşta çalışmanın ne olduğunu bilenler bu yanlışın içine düşmüyorlar.
Dikkat ederseniz o büyük holdinglerin sahiplerinden bazıları çocuklarını hem en iyi şekilde eğitiyor, hem de onları şirketlerinin en alt kademelerinden çalıştırmaya başlatıyorlar.
Ben de size bu konuyla ilgili bir başka çok güzel hikayeyi aktaracağım.
ASIL FAKİRLİK
Günlerden bir gün zengin bir baba oğlunu köye götürdü.
Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek.
Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve bir gün geçirdiler.
Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu: “İnsanların ne kadar fakir olduklarını gördün mü?
“Evet!”
“Ne öğrendin peki?”
Oğlu cevap verdi:
"Şunu gördüm. Bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."
Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi, "Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!"
Değerli okurlar, bu iki güzel hikayeyi bir güzel atasözüyle taçlandıralım:
"İyimser, yaranın üstünde kabuk, kötümser de kabuğun altında yine yara görür."