İSTİSNASIZ hepimiz, çocukluğumuzdan başlayarak, yaşamımız boyunca bir şeyler hayal edip dururuz. Bu tür hayallerimiz yüzünden de, kendi kendimize tabular yaratıyor, sonra da bu tabulara tapınmaya başlıyoruz. Hayal ettikçe de o şey bize ulaşılmaz...

İSTİSNASIZ

hepimiz, çocukluğumuzdan başlayarak, yaşamımız boyunca bir şeyler hayal edip dururuz.

Bu tür hayallerimiz yüzünden de, kendi kendimize tabular yaratıyor, sonra da bu tabulara tapınmaya başlıyoruz.

Hayal ettikçe de o şey bize ulaşılmaz gibi görünüp, ulaşmak için de olmadık fedakarlıklar yapmaktan da kaçınmıyoruz.

Bu istek ve arzumuz, hayal gücümüzle bir nevi büyüye dönüşebiliyor.

Hayal ettiğimiz şeylere sahip olduğumuz zaman da, o büyünün ya da güzelliğin hatta isteğin zamanla eksildiğini hatta yok olduğunu görüyoruz.

Çocukluğumuzda bisikletin hayalini kurarken ona sahip olunca bıkıp, motosikletin hayalini kurmaya başlarız.

Hayal ettiğimiz şeylere ulaşamadığımız sürece, o şey çok daha değer kazanır.

Çıplaklıktan çok, insanı tahrik eden şeyin, kapalılık olduğu söylenebilir.

Zira çıplaklık ya da açıklık, insanın hayal gücünü törpüleyerek ortadan kaldırır.

Kapalılık ise, hayal gücünü zenginleştirir ve hayal ettiği şeyi kusursuz bir güzelliğe hatta mükemmelliğe taşır.

Kimi insanları ya da belli mevkileri ulaşılmaz gibi görürüz.

Örneğin, milletvekillerini özellikle de bakanları, başbakanları ya da cumhurbaşkanlarını insan üstü varlıklar gibi görenlerimiz vardır.

Ama ne var ki, onları yakından tanıdığımızda hayallerimizin yıkıldığını, onların da bizler gibi bir insan olduğunu görürüz.

“İnsan kendi memleketinde peygamber olamaz” sözü, insanların kendi çevrelerinde değeri bilinmez anlamında söylenmiş.

Kendi memleketinin siyasetçisine çoğu insan gereken önemi vermez.

Nedeni de, onu yakından tanıması, kendinden birisi olarak görmesi, ona belli değerler yükleyecek hayali kuramamasından kaynaklanmakta.

Halbuki başka memleketin siyasetçisini tanımadığından, onda çok daha büyük değerler vehmedecek hayali kurulabilmekte!

Bir bilim adamını, bir siyasetçiyi, şöhretli bir sanatçıyı, sporcuyu hep hayal eder dururuz.

Bunlar bir yere geldiğinde, insanlar onlarla birlikte resim çektirmek için birbirleriyle yarışıyor hatta birbirlerini eziyorlar.

İstisnasız hepimiz, okulda öğretmenimizi, aile içinde ana babamızı bilge, babamızı fazladan kahraman olarak görürüz.

Zamanla bunların hepsiyle yarışa girer, belli bir süre sonra da onları aşınca, onları eleştirmek ve onlarla tartışmaktan da geri durmayız.

Kısacası, bir şey hayal edildikçe, kusursuzlaşıp mükemmelleşir.

Büyük aşklar da böyle değil mi?

Leyla ile Mecnun, Arzu ile Kamber ve diğer büyük aşklar, birleşememelerinden bu kadar dillere destan oldu.

Eğer birleşebilselerdi bunlardan bahsedilir olabilir miydi?

Hayal ettiğimiz şey gerçek olunca, onda bir sürü kusur bulmaya başlarız.

Bakın Alanya’da bile Mevlüt Çavuşoğlu Alanya tarihinde ilk defa bir bakan, hem de Dışişleri gibi çok önemli bir bakanlığın başında bulunmasına karşın, onu bile eleştirenlerimiz, beğenmeyenlerimiz var.

Buna karşın başka bir bakan Alanya’ya geldiğinde onu da yere göğe sığdıramıyoruz.

Aslında Alanya’yı düşünen herkes, her devlet adamına gereken ilgiyi ve saygıyı göstermelidir ki, Alanya’ya merkezden kaynak aktarılsın.

Ama bunu yaparken, kendi değerlerimizin de değerini bilelim.

Örneğin, Türkiye Bisiklet Federasyonu Başkanı Emin Müftüoğlu, Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkan Vekili Mehmet Ali Dim ve Türkiye Futbol Federasyonu Merkez Hakem Komitesi Başkanı Kuddusi Müftüoğlu gibi, çok önemli görevlere gelmiş değerlerimizin de değerini bilmeliyiz.