YANIbaşımızdaki savaşın üzerine benzinle gidip, ateşi 'harlayan” bir ülke olarak kabul ediliyoruz. Yeni başlayan ateşkes müzakerelerinde de ne yazık ki, bırakın masada kartları dağıtmayı, 'yancı” pozisyonuna bile sokulmuyoruz......
YANIbaşımızdaki savaşın üzerine benzinle gidip, ateşi “harlayan” bir ülke olarak kabul ediliyoruz. Yeni başlayan ateşkes müzakerelerinde de ne yazık ki, bırakın masada kartları dağıtmayı, “yancı” pozisyonuna bile sokulmuyoruz... İç terör ise alabildiğince bizi kavuruyor. Hal böyleyken, güvenli bir ülke olduğumuzu ilan edip turizm yapmaya çalışıyoruz.
Siyasi iktidardan tek beklentimiz var: Sorunun vahametinin anlaşılması… Ama bundan emin değiliz… Cumhurbaşkanı Erdoğan Genç İşadamlarına seslenirken, “Turizm gelirlerindeki düşüş küresel ekonomiyle ilgili görünüyor” demiş, ardından da tatil seçeneği için yurtiçinin kullanılmasını önermişti. Danışmanları Cumhurbaşkanı’na, bu yıl azalarak(!) 32 milyar Dolar’a düşen cari açığın aynı orandaki turizm gelirleri ile ancak yamanabileceğini söylememiş olmalılar. Türk lirası ile yapılan iç turizmin çare olmadığını da…
Yine, geçenlerde paket açıklayan Başbakan Davutoğlu’nun, turizm denince nedense akla hep ve ilk gelen kişisi, TÜRSAB Başkanı Ulusoy’u dinlerken savurduğu gülücükler… Ulusoy’un şirin Laz lehçesi mi, yoksa devlet katındaki kabulleniş şekli mi, bu denli önemli bir ortamın hafifleşmesine yol açmıştır?
Keza ilçemizdeki, hiçbir şekilde siyasi iktidarla organik bağı olmaması gereken kurumların, açıklanan önlemler karşısındaki, “Taleplerimiz karşılık buldu” sözleri; tam tersine, sektörün gerçek temsilcilerinin birkaç kıytırık kelamla geçiştirmeleri, sorunun devlet katına iletilmesini engelliyor.
Devlet, gelirlerin azalmasını bile tam algılayamazken, bizim turizmdeki düşüşün yol açacağı başka kayıpları da hatırlamamız gerekir… İlk önce şöyle bir tanım yapalım: İstihdam, mevcut iş gücünün ekonomik faaliyetler içerisinde “sürekli” olarak çalıştırılmasıdır… Buradan, yaz aylarında yaşama geçirilen bir iş gücünün istihdam sayılamayacağını görüyoruz. Ama Alanya turizm ekonomisi bu düzene göre kurulmuş ve başka da seçeneği olmayan bu insanların iş edinmesi gerekiyor.
Tam tersi, işveren ya da atılımcı işini geliştirmek istemekte ama önünü görememekte olduğu için küçülmeye gitmektedir. Böylece istihdam sağlayamayacaktır. İşte, bunun sonucu da sosyal gerginliktir… Bir sosyal gerginlikte fatura ilk önce en yakındakine kesilir. Bu da, günümüz Türkiye’sinde ne yazık ki aile bireyleridir...Mutsuz insanın aile içinde başvurduğu şiddet; karşılıklı güvensizlik, ihanet, ahlaki çözülme boyutlarında tırmanarak toplumun yapı taşını bozar…
Şiddet sokağa taşınırsa o şehrin iç huzuru da kalmaz. Topluma yayılan güvensizlik insanları gününü kurtarma, çıkarını kollama adına daha saldırgan, otoriteye karşı daha saygısız konuma getirir… Şehirde zaten fırsat kollamakta olan ırkçılık, bir diğer sosyal sınıf, etnik gurup ya da ulus ile çatışma ortamı yaratmak için fırsat kollar… Şehre, az da olsa gelmiş olan konuklardan en üst düzeyde yararlanabilmek için ahlaksız yöntemlere başvurulabilir.
Buna bir de, bir sonraki seçimlere hazırlanan(!) çok başlı yerel yönetimlerin, halka hizmet adına girişmek istedikleri mega projelerin gelirini bu ortamda halktan karşılaması isteği eklenirse, işte o zaman görün kavgayı…
İşin özeti, bu yıl Alanya ve benzer şehirleri çok ciddi bir kriz yönetimi bekliyor. Kamu ve yereldeki yönetici doğal olarak halka umut dağıtıp, moral vermeli ama gelecek yıllara ilişkin şehrin imajını daha da kötüleştirmemek için hazırlıklı ve kararlı olmalıdır…