Bir cuma günü eczaneme uğrayan Guzyaka Köyü'nden iki dost, muhtar Abdullah ve Hasan Kaplan takip eden Pazar günü köyde domuz avı organize ettiklerini, katılırsam memnun olacaklarını söylediler. Sanırsam mart ayı başlarıydı ve hava...
Bir cuma günü eczaneme uğrayan Guzyaka Köyü’nden iki dost, muhtar Abdullah ve Hasan Kaplan takip eden Pazar günü köyde domuz avı organize ettiklerini, katılırsam memnun olacaklarını söylediler. Sanırsam mart ayı başlarıydı ve hava oldukça soğuktu. Av mevsimi olmadığından başka bir ava gitmeyeceğim için katılayım istedim. Ava ve silaha ilgi duymayan büyük oğlum o yıllarda onlu yaşlarını yaşıyordu. Okul arkadaşlarına anlatacak bir macerası olsun arzusunda olsa gerek, bana katılmak istedi. Büyük oğlumu da alıp sabah erken Hasan Kaplan’ın evini buldum. Zeminde oluşan evin soba yanan odasına alındığımızda minderler döşekler serilmiş loş odanın birer köşesinde bağdaş kurup arkasına dayanmış iki iri karartının olduğunu fark ettim. Benim odaya girmemle ayağa kalkmak isteyip başaramayan iki iri karartının küçük kardeşim Ayı Ahmet Bey ve merhum Mustafa Yiğit olduklarını anlamakta gecikmedim. Mustafa Yiğit’in o ağır gövdesine rağmen çok hızlı bir yivsiz tüfek atıcısı olduğuna daha önce değinmiştim. Küçük kardeşim Ahmet’in de hırslı ve heyecanlı, bir o kadarda şanslı bir avcı olduğunu. Oturup hoşbeşledikten sonra Hasan Kaplan çocuklar vakit tamam kahvaltıyı hazırlayın diye dışarıya seslendi. Kendide sobaya odun atmak için ayağa kalkınca Hasan’ı kolundan tuttum muzipçe, oğlum Hasan senin aklın başında mı diye sordum. Sorduğum sorunun karşısında şaşıran Hasan, Baba bir kusurumuz mu oldu bunu niye sordun diyince hiç dedim. Aklı başında birisi oturan bu iki iri insanı doyurmaya kalkmazda. Toros köylerinin yoksul ama gönlü zengin insanlarının kendine has tavrıyla Hasan; misafir nasibiyle gelir. Ağalara bir bazlama yedirmeden ava başlamak olurmu diyince sağ elimi havaya kaldırıp açtığım parmaklarını saymasını istedim Hasan’dan. Hasan beş diyince aklımda başında a Hasan’ım benden günah gitti. Hadi çoluğunu çocuğunu düşünmeyip onların rızkını bunlara yedireceksin. Köydeki sabi sübyanın ne günahı var. Bunlar şimdi yemeğe başlayınca bu köyün bir aylık, belki de altı aylık yiyeceğini bir öğünde yiyip bitirirler diyince espriyi çoğaltmaya niyetli olduğunu belirttim. Her zaman onların çok yemeleriyle uğraşan birisi olduğumdan niyetimi anlayan Mustafa ve Ahmet bizle uğraşma. Sana söz bugün köye kıtlık getirmeyeceğiz. Bu sabah az yiyeceğiz diye beni yanıtladılar. Bu arada oturduğum yerden pencereden gördüğüm Hasan’ın karısı ve kızları kırsal kesimde yeni yapılmış çoğu evde yufka yapmak için evin dışında bulunan ekmeklik denen yarı açık yerde hamuru yoğurmaya b aşladılar. Yeni yapılmış evler diyorum çünkü eski evlerin davlumbazlı yer ocaklığı olan odaları mutfak görevini yaparken bu gibi şeylerin yapımı içinde kullanılırdı. Son yıllarda yapılan konutlarda böyle bir oda çok nadir düşünülüyor artık. Kadınlar hamur yoğururken acele Hasan’a Ahmet ile Mustafa’nın bir piknikte kocaman iki tepsi kuş yediklerini, oradan tesadüfen geçerken beni de davet ettikleri için buna şahit olduğumu anlattım. Çok geçmeden odaya nefis gözlemeler, taze tereyağı ve karakovan balı eşliğinde servis edilmeye başladı. İçinde bulunduğumuz durumu süsleyip abartmak geçti içimden ve devamını şöyle hikaye ettim.
DEVAM EDECEK