Onlar odadan çıkınca şöyle bir anılarımda gezindim. Alanya'da Gorucu Beleni sakinlerinden Abdulkerimler Ocağı, Avsallar'da Avcılar Ocağı, askerliğimde Yılmaz Albay, Bedan'da Mustafa Erkuş, Dim'de Hacı, Bayırkozağacı'nda...

Onlar odadan çıkınca şöyle bir anılarımda gezindim. Alanya’da Gorucu Beleni sakinlerinden Abdulkerimler Ocağı, Avsallar’da Avcılar Ocağı, askerliğimde Yılmaz Albay, Bedan’da Mustafa Erkuş, Dim’de Hacı, Bayırkozağacı’nda Çölen ve Ovgal’da Delibaş. Aynı hoşgörü, aynı sevgi, aynı saygı, aynı paylaşım ve hayatı ayrı pencereden görerek çok ciddiye almama. Hayatı çok ciddiye almadan hırsa yenik düşmeden yaşama. Sonuç olarak Delibaş’ı tanımaktan ve Ovgal’a ava gelmekten mutlu olduğumu kendi kendime itiraf ederek uykuya daldım. Delibaş’ın vakit tamamdır ikazıyla kalkıp hafif bir kahvaltının arkasından yola çıktık. Himmet Ali köyde kalacağından İbrahim’e Durmuş isminde bu işe gönül vermiş bir genç arkadaş klavuzluk yapıyordu. Onuda Delibaş akşamdan haberdar etmişti. Köyün aydınlık sokaklarını geride bırakıp Manavgat Irmağı’nın doğu tarafından tırmanışa başladık. Alacakaranlıkta tam görünmeyip yalnız homurtusunu duyduğumuz ırmak birinci gözeğe geldiğimizde ortalığın aydınlanmasıyla yer yer görünüp, yer yerde sakal altı gelip görünmüyordu. Solumuzdaki ırmağın nispeten düzlükte akan yerinin üstünde köyün karşı tarafla irtibatını sağlayan ilkel teleferik bellim belirsiz ince bir çizgi gibi gözüküyordu. Biraz daha yükselip ikinci gözeği tutunca kanyonun vahşi ihtişamı biraz daha belirginleşti. Yolumuz üzerinde zaman zaman zorlandığım sarp kayalıklar oldu. Birinde yan üstü kayaya yapışmış durumda ilerlerken montumun sırtı keskin bir kaya çıkıntısına takıldı. Ben montumu yırtabilmek için ecel terleri dökerken alt tarafımdan dolaşıp olay çıkan yere ulaşan Delibaş montumun takılan yerini bıçakla kesti. Ben de devam ettim. değilse en küçük bir dengeyi kaybetmek buralarda hayatla ödenirdi. Avlık bu kadar çetindi. Yine yaralı tekelerin sığınak olarak kullandığı içi kemiklerle dolu bir ini delibaş bana gösterirken ecel terleri döktüm. Böylece zikzaklar çizerek yükselmeye devam ettik. Sağımız nispeten daha sarp ve ormanlı, solumuz düz duvar gibi. Biz önümüzdeki yolakadan geçerken Delibaş kanyonun karşılarını da dürbünlüyor oralardaki teke vurduğu inleri birer birer bana gösteriyordu. Delibaş avda yivli tüfek kullanmıyordu. Bu geçit vermez kanyonlarda dürbünle tekeleri karşıdan karşıya arıyor, teke istirahat veya gizlenmek için deliğe girince Delibaş işe koyuluyor, tekenin girdiği deliğin ağzına kadar tırmanıyor, tekeyi kaçarken yakın mesafeden misket kurşunla vuruyordu. Bunun mahsurları ve tehlikeleri vardı. Tekenin girdiği ine tırmanabilmek çok tehlikeliydi ama Delibaş çok çetin bir sarpçıydı. Benim avcılık hayatımda gördüğüm en çetin üç sarpçıdan birincisiydi. Neredeyse düz duvara tırmanabiliyordu. Bu özelliği de ona büyük bir avantaj sağlıyordu. Geriye delikten kaçan tekenin yoluna rastlayıp teke tarafından çarpılarak sarptan uçmak kalıyordu. Delibaş onu da tecrübeleriyle yeniyordu. Teke içinde misketle yaralanıp gitme mahsurları vardı. Onu da becerisi sayesinde çok yakından ateş ederek bertaraf ediyordu.
DEVAM EDECEK