Geçmişi şöyle bir gözümün önüne getirdim de, kimler geldi, kimler geçti. Çocukluğumun, Amerika'nın, son kullanma tarihi yaklaşan süt tozlarını Türk çocuklarına içirdiği, balık yağlarını zorla yutturduğu dönemleri hatırladım....
Geçmişi şöyle bir gözümün önüne getirdim de, kimler geldi, kimler geçti. Çocukluğumun, Amerika’nın, son kullanma tarihi yaklaşan süt tozlarını Türk çocuklarına içirdiği, balık yağlarını zorla yutturduğu dönemleri hatırladım. O süt tozlarından hep korkardım, “Acaba Amerika biz çocukların büyümesini mi engelleyecek?” diye. Şimdi ise “Sütü” devlet dağıtıyor. Garip bir dönemden geçiyoruz. Başbakanlık giriş kapısını düşledim birden, yıllar öncesini, hararetli bir koşuşturma devam ediyor. Her zamanki yerimde, sütunların biraz gerisinde heyecanla bekliyorum. Gelen rahmetli Başbakan Menderes’ti. Son dönemleriydi. Bir çok ilde öğrenciler çatışıyordu. Yine sağcılık, solculuk gençlerimizi birbirine düşürmüş, düşman kardeşler yapmıştı. İhtilal oldu. Menderes’in o görkemli hayatı bir anda son buldu. Gençler yatıştılar ya da yatıştırıldılar. Ta ki, 1980’li yıllara kadar. 80’li yıllarda yaşamımız yine zehir olmuştu. Nice anaların yüreği yanıyordu. O silahlar nereden geliyor, bu gençlerin ellerine tutuşturuluyordu? Kardeşin kardeşe kurşun sıktığı o günlerde, gün geçmezdi ölüm haberi alınmadan. Ülkemizde bu kavgalar olurken, komünizm duvarları henüz sağlamdı, yıkılmamıştı.Halkımız, yine böyle gruplara ayrılmış, sağcılar-solcular diye. Sokakları bile bölmüşlerdi. 1980 yılında yapılan “İhtilal” bizlere rahat bir nefes aldırmıştı.Sokaklarda, kahve köşelerinde, evlerinde öldürülen gençleri düşündükçe hala içim titrer. Gözler yine bu topraklarda çünkü Türkiye büyük bir ülke. Tüm dünyanın bir türlü ele geçiremediği, verimli toprakları ve 3 tarafı denizlerle kaplı olan bu güzel ülkemizin karış karış satılması demek, “Savaşarak” vermediğimiz topraklarımızı parayla dağıtmaya başladık ve tarih kitapları günün birinde bu konuyu detaylarıyla yazacaktır. Özelleştirme adı altında, değerli fabrikalarımızı da verdik. “Rahmetli Annem” Kurtuluş savaşını bire bir yaşamıştı. “Savaşları görmeyen toprak kıymeti bilmez” derdi. Savaşın en acısını ailesi ile birlikte yaşamıştı. “Gazi Mustafa Kemal Paşa” derdi ve gözleri yaşla dolardı. “Bugün Türkiye bu saltanatı ve hürriyeti yaşıyorsa, bunu Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları sayesinde yaşıyor” derdi. Asker gördüğü zaman duygulanır, milli bayramlarımızda coşkuyla esaret günlerini anlatır, gençler pür dikkat onu dinlerdi. İçinde yaşadığımız şu günleri görse, eski Genelkurmay Başkanı ve diğer paşalarımızın tutuklandığını görseydi, kalp krizinden ölürdü. Gerçekten bizlere ne oldu? Asker gözümüzün nuru, vatanımızın namus ve arı değil miydi? Canım anacığımı kabrinde ziyaret edip, bunları bir bir anlattım. Sen gittikten sonra neler değişti, neler anacığım. Askerlerimiz hala bir bir kahpece öldürülüyorlar, bir çok paşamız terörist gibi tutuklanıp, demir parmaklar arkasına girdi. Aileleri perişan bir vaziyette. Silivri cezaevinin yakınında konteynırlarda eşlerini, yakınlarını bekliyor. Hatta “Şehit” tabutu, “Şehidin” valiziyle birlikte “Pikapla” gönderilirken, PKK’lı leşi ambulansla gidiyor ve bu resim internette dolaşıyor. Bankalara borcunu ödeyemeyen köyler, “haciz” yoluyla yabancılara satılıyor. Sevgili atamızın yadigarı bayramlar da kalktı biliyor musun? Sakın üzülme anacığım, ben kutlayacağım, hem de senin çektiğin “esirlik” yıllarını hatırlayarak, çünkü ben unutmadım. Kurtuluş savaşında, kadınlarımızın da erkeklerimizle ne kadar çok zorluklar yaşadıklarını henüz ben unutmadım. Bu ülkede kadınlarımızın daima siyasette kullanılmalarını belki unutanlar oldu, ama ben unutmadım, emin ol ki, unutmayanlar da çoğunlukta. Televizyonlar, gazetelerde “Deniz Feneri” davası vardı ya, yalanmış. Adamlar mazluma yardım ediyorlarmış, sanıyorum Almanya iftira etti bu derneğe. Soruşturmayı yürüten savcılar da mahkemelik oldu. İşte yeni bir Türkiye anacığım. Her gün yeni bir gündem, yeni bir olay.Askerine toz kondurmayan anacığım! Anneler Günü’n kutlu olsun…Ve ben seni çok özledim anacığım!