TÜRKİYE’NİN siyasi tarihi, ne yazık ki sadece fikirlerin rekabetiyle değil, aynı zamanda karanlık ve üzücü olaylarla da şekillenmiştir. Farklı dönemlerde, farklı siyasi görüşleri temsil eden liderlere yönelik gerçekleştirilen saldırılar, demokrasimizin kırılganlığını gözler önüne sermiş ve siyasi atmosferi zehirlemiştir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e İzmir’de planlanan suikast girişimi, Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında dahi siyasi şiddetin varlığını göstermesi açısından ürkütücüdür. Ardından, yakın tarihimizde hafızalara kazınan Başbakan Turgut Özal’a 1988’de ANAP Kongresi’nde yapılan silahlı saldırı, siyaset arenasında nefrete ve düşmanlığa ne denli tehlikeli boyutlar kazandırabileceğine dair ilk ciddi örneği oluşturmuştur. Kartal Demirağ’ın tetiklediği bu olay, sadece Özal’a değil, Türk demokrasisine yönelik bir tehdit olarak hafızalarda yerini almıştır.
Benzer şekilde, Bülent Ecevit’e 12 Eylül öncesi gerçekleştirilen saldırılar da, siyasi şiddetin en acı örneklerinden biridir. Ecevit’in bulunduğu alana atılan kurşunlar ve uğradığı fiziksel saldırılar, kutuplaşmanın nasıl ölümcül bir hâl alabileceğinin somut göstergeleridir. Sadece geçmişte değil, günümüzde de siyasi şiddet karşımıza çıkmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik gerçekleştirilen saldırı da bu kara tabloya eklenmiştir. Kerim Yılmaz’ın da belirttiği gibi, toplumda saygın bir yere sahip kişilere yönelik bu tür saldırılar, sadece kişilere değil, fikir hürriyetlerine de yönelmiş tehditlerdir.
Siyasi liderlere yönelik saldırılar, demokrasiyi doğrudan hedef almakta; fikir, hitabet, ikna ve siyaset sanatına değil, fizikî müdahalelere ve şiddete başvurarak çözümsüzlüğü körüklemektedir. Bu bağlamda, sadece Özgür Özel’e değil, geçmişte Meral Akşener’e yapılan tehditvari çıkışlar, Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimi ve hatta Selçuk Özdağ’a yönelik silahlı saldırı gibi olaylar da bu zincirin parçalarıdır.
Bu saldırıların yanı sıra, Başbakan Süleyman Demirel’in TBMM koridorlarında burnunun kırılması sonucunda dahi ya siyasi nezaketin ve saygının ne denli yıprandığını göstermektedir. Meclis gibi bir kurumda yaşanan bu tür bir şiddet olayı, siyasetin dilinin ve üslubunun nasıl zehirlendiğinin açık bir göstergesidir.
Liderlere yönelik bu tür saldırılar, sadece bireylere değil, aynı zamanda siyasi sisteme ve demokratik değerlere de büyük zarar vermektedir. Şiddet, farklı görüşlerin özgürce ifade edilmesini engeller, korku ve güvensizlik ortamı yaratarak siyasi kutuplaşmayı derinleştirir. Demokratik bir toplumda, fikirlerin barışçıl yollarla çarpışması esastır; silahların değil, kelimelerin ses çıkarması gerekir.
Siyasetteki bu karanlık iklimin sona ermesi ve benzer olayların tekrar yaşanmaması için her türlü çabanın gösterilmesi gerekmektedir. Siyasi partilerin sorumluluk üzerine düşeni göstermesi, nefret dilinden kaçınması ve farklı görüşlere tahammül göstermesi elzemdir. Siyasi faillerin adalet önünde hesap vermesi ve toplumda hoşgörü kültürünün yaygınlaştırılması, ancak demokrasinin geleceğini mümkün kılacaktır. Unutulmamalıdır ki, şiddet şiddeti doğurur; nefret büyür, hepimize yöneltilmiş bir tehdittir.
Esen kalın...