ÜNLÜ heykeltıraş Rodin'e sormuşlar; 'Üstat bu eserleri nasıl oluşturuyorsunuz?”. 'Gayet basit” demiş, 'Ben sadece taşın fazlalıklarını atıyorum. Geriye bu gördüğünüz heykeller kalıyor”… Üzerinize afiyet; rastlantılarla...
ÜNLÜ
heykeltıraş Rodin’e sormuşlar; “Üstat bu eserleri nasıl oluşturuyorsunuz?”. “Gayet basit” demiş, “Ben sadece taşın fazlalıklarını atıyorum. Geriye bu gördüğünüz heykeller kalıyor”…
Üzerinize afiyet; rastlantılarla şekillenenleri attığımda, geriye özenle biriktirip, arttırdığım bir hayat ortaya çıkıyor. Değerini ancak anlayabildiğim, içeriğiyle zenginleştiğini hissettiğim bir 60 yaş. Atmış sözü nasıl da denk geldiyse, “fazlalıları atarak, arttırmayı öğrendiğim!”…
Yaşamın değilse de yaşımın tadını çıkarıyorum. Biriktirdiklerimin, gündemi daha iyi okuyabilmede bana ayrıcalık sağladığını görüyorum. İnsani ilişkileri düzenlemede deneyimim konuşuyor. Ne yazık ki düşünsel zenginliğim, ülkemizin bu kaotik döneminde keyfe dönüşemiyor. Belki de tasladığım bu bilgelik, bana ancak huzursuzluktan kaçış yollarını göstermeye yarıyor…
Yaşımdan yakındığım anlar yok mu? Elbette, onlarca var…
Yalnızca adınızla, “Feyzi” olarak size seslenen insan sayısının gittikçe azalması burkuyor insanı. Size yakıştırılan, “Amca, dayı, dede” gibi sanlara artık eskisi gibi tepki vermiyor, aksine bunları söyleyenler adına gerekçeler, haklılık payları üretmeye çalışıyorsunuz.
Spor giysiler satılan bir mağazadaki çalışanın sizi “uygun” bir müşteri olarak gözüne kestirmemesi ve vurdumduymaz davranışı; elinizi attığınız her giysi için yaptığı, “o size olmaz!” yorumu kanınızı beyninize sıçratabiliyor…
Üniversitedeki, uyuklayarak dinlenen anatomi ve fizyoloji derslerinin acı pratiği yaşanıyor. Vücuttaki yağ dokusunun yer çekimi etkisiyle nasıl yer değiştirdiğini; hangi kas gurubunun eriyerek bir diğerinin yerini aldığını; bir bağ dokusu olan tırnaklardaki çatlamaların varlığını “bizatihi!” yaşayarak öğreniyorsunuz.
Son kalan siyahların özenle korunması, bölgeyi beyazlardan arındırma çabası kaşlarda sürüyor. Vücutta çoğalan benlerin size estetik değer kattığı kandırmacasına inanasınız gelmiyor…
Yaşama karşı sorgulamalarını yavaşça sona erdirmeye başlayacağı bir yaşı olmalı, insanın. Kaçıracağından korktuğu, onu yaşayamamanın telaşını hala sürdürdüğü bir şey kalmamalı, 60’ında. Anlamsız isteklerin peşinde koşmaktansa, var olanla daha zengin bir ilişki yeğ tutulmalı.
Egolardan sıyrılabilmeli insan bu yaşında. Kişilik savaşımlarında boşa kullanılabilecek enerji, daha doğru alanlara yöneltilebilmeli. Enerji, akıllılık edip yüze yansıtılarak, hala genç göründüğün konusunda başkalarını etkilemede kullanılabilmeli mesela…
Dijital teknolojiyi kullanabilmek; dünyayı daha iyi anlayabilmek, kendini koyuvermemekten de öte, hemen yakınındaki kuşaklar arası ilişkiyi kaçırmamak adına da önemli olmalı… Moral bozucu, “geriye kaç yıl kaldı?” hesaplamalarından hızla kurtulmasını bilebilmeli.
İnsani kalitelerin artmasında desteği olanlara karşı değerbilirlik artar bu yaşlarda. Giderayak hatır almalar sıklaşır… Yaşın ve konumun gereği, hayatı faklı yaşama adına bencilliğe hak kazandığını zannedersin ama henüz yaşamda olan bir üst ve alttan gelen kuşağın sorumluluğunu bir nebze de olsa hissetmen, seni bu istekten alıkoyar…
Bıraktığında başkalarının üzüleceği bir mesleği olması gerekir insanın. Bir yabancı hastanın, “Yapacağınız dişin garantisi var mı?” diye sorduğunda; ona çok alakasız bir şekilde, ahlak ve birikiminizin bir göstergesi olarak şimdiye kadar yayımladığınız kitapları gösterirsiniz. Yabancı hastanın bu tuhaf “garantiye!” saygı duyması en büyük ödül gibi gelir…
60 yaş iyidir. Arttırdıklarınla zenginleşir, en kötü anlarında bile güçlü olmasını becerirsin; hele günümüz Türkiye’sinde…