TOPLUM olarak tarihin her döneminde, siyasi kutuplaşma ve çatışma hastalığı iliklerimize kadar işlemiş durumda. Osmanlı'da da, padişahlara dönük birçok operasyon yapılmış, kimi padişahlar tahttan indirilirken, kimileri de katledilerek,...
TOPLUM
olarak tarihin her döneminde, siyasi kutuplaşma ve çatışma hastalığı iliklerimize kadar işlemiş durumda.
Osmanlı'da da, padişahlara dönük birçok operasyon yapılmış, kimi padişahlar tahttan indirilirken, kimileri de katledilerek, iktidar değişikliklerine gidilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti döneminde de, darbeler peş peşe gelmiştir.
1980 öncesinin kutuplaşması, genelde sağ sol şeklindeyken çatışmanın aktörleri de, Ülkücü ve Devrimci kadrolardı.
1980 öncesinin Ülkücü ve Devrimci yapılanmasıyla, Türk sağcılarıyla solcularının birbirlerine karşı oluşturulan anlamsız düşmanlığa dayalı çatışmalarındaki iki taraflı ölümlerin ne kadar saçma olduğunu, sanırım bugün çok daha iyi anladığımız kanısındayım.
Tabii ki, o tarihlerdeki bu çatışmalarda ne hak yere, hem sağdan, hem de soldan Türk gençleri hayatlarını kaybederken, çoğunun da hayatları karardı, kimi de sakat kaldı.
Türk'ün Türk’le çatıştığı bu sürecin ne kadar kötü ve de yanlış olduğunu kimimiz idrak edip, o günleri anmak bile istemeyenler olduğu gibi, bugün hala o çatışma ortamına öykünerek övünen beyinler de var!
1980 öncesinde dünya, iki kutuplu bir yapıya sahipti.
Yapının bir cephesinde ABD’nin önderliğinde NATO’ya üye ülkelerin birlikteliği, diğer cephede de SSCB’nin önderliğindeki Komünist ülkelerdi.
ABD’nin ve NATO’nun düşmanı Komünizmdi.
1960’lar sonrasında, Türkiye’de sol giderek yaygınlaşmaya ve etkinleşmeye başladığında, ülkede Türk soluna karşı Türk Milliyetçileri olarak Ülkücü gençlik oluşturularak, Türk Ülkücüleriyle Türk devrimcileri çatıştırılmaya başlandı.
Burada altını özellikle çizmek istiyorum, solda ya da sağda yer alan bu gençler, doğru yanlış ama idealistçe, hiçbir zaman kişisel en küçük hesap yapmadan, ülkeyi kurtarma adına bu çatışma içinde yer aldılar.
Yanlışları yapan bu gençler değildi.
Yanlışı yapan, bu gençlerin belli zaaflarından yararlanıp, bu gençleri iki kutba ayırıp çatıştıranlardı.
O tarihlerdeki CHP ve Adalet Partisi'nde de idealist kadrolar oldukça fazlaydı.
Bu iki parti bu çatışmalarda aktif olarak yer almasa da, CHP Devrimcileri, Adalet Partisi de Ülkücüleri şu ya da bu şekilde desteklemişlerdir.
Aslında salt bu konuda, ciltler dolusu kitaplar yazılmış, yazılmaya devam edilse de, toplumu yeterince aydınlatacak objektif bir değerlendirmenin tam olarak yapıldığı kanısında değilim.
Bu zor ve kritik süreçte, biz de Kastamonu’da, en aktif biçimde CHP’de önemli görevler üstlenirken, devrimci kanadın da destekçisi olarak bu kutuplaşmanın içinde yer almış olmamıza karşın, çatışmaya karşı çıkarak, uzlaşma ve düşünsel tartışmadan yana net tavırlar ortaya koyarak, en azından Kastamonu’da çok olumsuz çatışmaları, bir nebze olsun önleyebildiğimiz için, bugün vicdanen huzurlu olduğumuzu rahatlıkla iddia edebiliriz.
Bugün için, PKK terör örgütü belası, ülkenin ve ülke insanımızın en büyük ve en ciddi sorunu.
Bu da bir kutuplaşmanın ürünü.
Bu kutuplaşmayı körükleyen unsurlar, hem ülke içinde, hem de ülke dışında.
PKK’nın altyapısı tarihin derinliklerine dayanıyor.
Bu yapıda yer alan aktörler, Kürt halkına rağmen, Kürtçülük yaparak, Kürt gençlerini kullanarak, yıllar boyu Kürt halkına acı çektirmekle meşguller.
Kürt halkının yaşadığı kentlerin, cadde ve sokaklarına çukurlar kazıp, içine bomba yerleştirip, cadde ve sokaklara barikat kurarak Kürt halkına yaşamı zehir edenlerin, Kürt halkının haklarını savunduğunu iddia etmek kadar saçma ne olabilir?
Her tür yatırımı engellemek, okulları, hastaneleri hatta camileri bombalayıp, yakıp, yıkarak Kürt halkına hizmet ettiğini iddia etmek akıl alacak şey mi?
Bana göre PKK baronları, Kürt halkını terörle tutsak alıp, sırça köşklerinde krallar gibi yaşarken Kürt gençleri kurban edilmekte.
Umarız en kısa zamanda, PKK terör örgütü ortadan kalkar, bu ülkede yaşayan istisnasız herkesle beraber Türk ve Kürt halkı da rahat bir nefes alır.