DEĞERLİ okurlar. Yazımın dünkü bölümünde rahmetli Ecevit'i oldukça eleştirmiştim. Aslında. Tüm bu eleştirel yaklaşımıma rağmen. Şahsen rahmetliye kızmıyorum. O bir romantik şairdi. O devlette çalışmadı. Özel sektörü bilmiyordu....
DEĞERLİ
okurlar.
Yazımın dünkü bölümünde rahmetli Ecevit’i oldukça eleştirmiştim.
Aslında.
Tüm bu eleştirel yaklaşımıma rağmen.
Şahsen rahmetliye kızmıyorum.
O bir romantik şairdi.
O devlette çalışmadı.
Özel sektörü bilmiyordu.
Uluslararası ilişkilerden de bihaberdi.
İnsanlarla bire bir ilişkileri de pek sıcak ve samimi değildi.
Sadece kibar olarak bilinirdi.
Ve bize öyle lanse edildi.
Bakmayın siz o miting meydanlarındaki meydan okumalarına ve yiğitlenmelerine, maalesef çok ürkekti.
Suçlu o değil.
Suçlu onu tabulaştıran ve tapınma noktasına taşıyan bizlerdik.
Rahmetli Ecevit’in okul arkadaşı ve dostu rahmetli Altemur Kılıç farklı dünya görüşüne sahip olmasına rağmen, onun hakkında en küçük bir eleştiride bulunmaktan özellikle kaçınırken, kitabında okul hayatından bahsederken, kendilerinin siyaset tartışırken Ecevit’in çay demlediğinden söz ederek bir anlamda, rahmetlinin gençliğinde siyasetle bir ilgisinin olmadığını ortaya koymuştur.
Altemur Usta ile yaptığım röportajda, kendisini ne kadar zorladıysam da bir türlü Ecevit’e dönük eleştiri yapmamıştı.
Değerli okurlar.
“Bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü?” örneği, fol yok yumurta yokken, Rahmetli Ecevit’e ne diye bu kadar vur abalıya misali veryansın ettim?
Sözüm ona değil.
Sözüm bize.
Özellikle dünkü bize.
Bugün de.
Bugünkü bize.
Gözümüzü açalım diyorum.
Şiirsel süslü sözlerin ve de soyut kavram ve sloganların büyüsüne kapılıp hayal aleminde, yiğitlenmeyi, efelenmeyi bırakıp, hayatın gerçeklerine yelken açmamız gerekir.
Demem o ki.
Son yıllarda millet olarak coştukça coştuk.
Kendimizi dev aynasında görmeye başladık.
Kan ve gözyaşına hatta ölümlere bile, süslü sloganlarla yaklaşmaya başladık.