15 Temmuz'dan bu yana herkes, bu konuda, bu cemaatle ilgili olarak ahkam kesip duruyor.  İnsan aklının almayacağı komplo teorileri üreten, parti fanatizminden bir türlü kurtulamamış beyinlerin ürettiği saçma sapan değerlendirmelerle,...

15

Temmuz'dan bu yana herkes, bu konuda, bu cemaatle ilgili olarak ahkam kesip duruyor.
İnsan aklının almayacağı komplo teorileri üreten, parti fanatizminden bir türlü kurtulamamış beyinlerin ürettiği saçma sapan değerlendirmelerle, yarınlara dönük tehlikeli öngörülerle toplumu hala germeye çalışanlardan geçilmiyor.
Biz de boş durmuyor, dilimizin döndüğü, aklımızın yettiğince, yazıp çiziyoruz.
Hepimiz şaşkınız.
“Olacak şey değil” diyoruz.
Cumhurbaşkanı bile “Son yıllarda bunların ne olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum” dediğine göre, bu yapının, bu denli rezil ve de insanlık dışı bir eyleme kalkabileceğini kimse tahmin dahi edemezdi.
Yapı, bugünün ya da dünün ürünü de değil.
Mazisinin 70'li yıllara dayandığı ortada.
Başlangıçta, dış ülkelerde öğrencilere Türkçe öğretilmesi, Türk Bayrağının dalgalandırılması ve kaliteli eğitim verildiği şeklindeki propagandaların etkisiyle, çoğu insan hatta dinle, tarikat ve cemaatlerle ilgisi olmayanlar bile bu harekete destek vermese de köstek de olmadılar.
1970’li yıllardan bu yana, onca başbakan, bakan, cumhurbaşkanı bu cemaate şu ya da bu biçimde katkıda bulundu.
Daha doğrusu, Gülen denen bu imam, az ya da çok herkesi kullandı.
Rahmetli Ecevit bile bu adamın oltasına takılanlardandı!
Kimilerinin de, Said-i Nursi’nin kimi mektuplarında, Kürtlere “Yapabildiğiniz kadar çocuk yapın” derken, başka mektuplarında da Türklere “Nefsinize hakim olun” diyerek ırkçılık yaptığını bildiğinden, Gülen'in Nurculuğu Türkçülüğe taşıdığına inanarak sempati ile baktığını söylemek de mümkün.
Bu yapının her kılığa ve her düşünce biçimine kolayca sızarak, kendi politikalarını hayata geçirebilmek için, ne gerekiyorsa onu yaptığı ancak bugün çok daha iyi anlaşılabildi.
Bizim toplumun önemli bir bölümü, güçlünün yanında yer alarak, güçten nemalanmanın ilkel hesabı içine girer.
Sol öğretide de, küçük burjuvanın kaypaklığından söz edilir.
Devlet içinde bu denli etkin olan bir yapıya, devletle işi olanlar, bir yerlere gelmek isteyenler balıklama daldılar.
Kimi, bu yapıya şu ya da bu nedenle sempati duyduğundan, kimi cemaatçi gibi görünmeye çalışarak belli imkanlar elde etmek için katılırken, kimi de her yönünü bile bile Gülen'e bütünüyle biat etti.
Ama asıl tehlikeli olanlar, çocuk yaştan ele alıp, belli okullar bitirtilip, devlet kademelerinde önemli görevlere getirilenler.
“Biz diyorduk. Yazıyor, çiziyorduk" diyenler, böylesine insanlık dışı bir darbeden değil, bu yapının ülke yönetiminde etkin olduklarından söz ediyorlardı.
Ordu içinde ise, bu kadar yoğunlaştıklarını, Cumhurbaşkanının, Başbakanın ve Genelkurmay Başkanının bile kuşatılmış olduğunu kimse tahmin dahi edemezdi.
Yani, zaten ülke yönetiminde şu ya da bu biçimde bunlar etkin olduğuna göre, darbe yapmalarına da gerek olmadığı sanılıyordu.
Ne zaman ki tasfiyeler başladı, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hükümet üyeleri Gülen'e dönük ağır ithamlarda bulundular, işte o zaman, böylesine rezil bir operasyonla darbe yapmaya kalktılar.
Bu rezilliğin baş nedeni, tarihin her döneminde, bütün iktidara gelen siyasilerin, bürokraside liyakat yerine, yandaşları öne çıkartmalarıdır.
Umarız bu musibetten ders alınıp, devlette liyakata gereken önem verilir.