Sabah kalkınca İbrahim yoktu. Erkenden kalkıp Takanlar'ın yolunu tutmuştu. Bizde kalkıp bir çorba faslından sonra toparlanıp benim tüfek attığım yere geldik. Kaba kuşluk gibi İbrahim hoca ile köpeğini almış onlarda geldi. Yeşil gözlü,...

Sabah kalkınca İbrahim yoktu. Erkenden kalkıp Takanlar’ın yolunu tutmuştu. Bizde kalkıp bir çorba faslından sonra toparlanıp benim tüfek attığım yere geldik. Kaba kuşluk gibi İbrahim hoca ile köpeğini almış onlarda geldi. Yeşil gözlü, kısa boylu zayıf adam Takanlar’da öğretmendi. Takanların meşhur avcısı Sarı Tevfik’in arkadaşıydı. Aynı zamanda Dere Köyü’nden Ganilerin damadıydı. Onun için beni hiç görmese de kim olduğumu biliyordu. Çünkü adı geçenlerle benim dostluğum vardı. Hocanın köpeği bir deri bir kemikti. Sanki bu dağlarda av kovalamaktan bitmiş tükenmişti. Onu görünce eczacılık eğitimi alırken botanik hocamız profesör doktor Turan Baytop’un slayt gösterilerini hatırladım. Bunlardan adamotu (mandragara) deniden emilebilen Madragarin isimli ağrı kesiciyi bünyesinde çok fazla bulundurduğundan, bir de kökleri adama benzediğinden orta çağda hekimler ve Hıristiyan din adamları tarafından çok kullanılmıştır. Bunların köklerinin insanlar tarafından çıkarılması uzun zaman günah sayılmış, bu iş köklere köpekler bağlanarak onlara yaptırılmış. Bunları sembolize eden slayt gösterilerini çağrıştırdı hocanın köpeğinin zayıflığı bende.
Bu zayıf fakat işinin ehli hayvan gelip bizim tekenin kanına düştü. Hiç sektirmeden takibe başladı. Bazen kokuyu kaybediyor, onu tekrar bulabilmek için tekelerin çıkabilme ihtimali olan düneklerin etrafını koklayarak dört dönüyordu. Bizim teke içgüdüsel olarak kendinin kurtuluşu saydığı yerlere, yarlara, kaya çıkıntılarına düşe kalka devam ediyordu. Köpek odaklı bizde aramaya devam ediyorduk. Durumu tekenin döktüğü kandan takip ediyorduk. Aramamız bazen yükselerek, bazen alçalarak devam etti. Teke orman içini aştıktan sonra Gökgeyrek’e yönelmişti. Eğer Gökgeyrek’i aşıp aşağı yönelmişse hele birde çaya vurup karşıya geçerse tekeyi bulmamız belki de imkansızlaşacaktı ama öyle olmadı. Teke Gökgeyrek’te kalmıştı. Çölen onu köpeğin önünde bulduğunda son nefesini vermek üzereydi. Çölen’in sakalından tutup tekbir getirerek kesmesine bile itiraz etmemişti.
Çölen onu yüklenerek aşağıya indirdi. Oradan gençler değişerek yüklendiler. Davar sayvantına geldik. Orada İbrahim ile Çölen tekeyi yüzüp parçaladılar. Hocaya hak ettiği budu verip Takanlar’a yolcu ettik. Orada bize hakkı geçen çobanlara da biraz et verip yola çıktık. Bayırkozağacı’na geldiğimizde müezzin insanları yatsı namazına davet ediyordu. İbrahim ile biraz dinlendik. Babası camiden dönünce oradakilerle vedalaşıp yola çıktık.
İbrahim’in babasıyla ilk ve son görüşmemiz oldu. Bayırkozağacı’na daha sonraki ava gelişlerde yoktu. Ölmüştü. Birde tesadüfen eşim ve küçük oğlumla gezmeye çıktığımız bir gün arabayla Elma Kayası’na gelmiştik. Davar sayvantını onlara gösterdim. Oradan az biraz yürüyerek Yosunlu’nun başına Hatıp’ın makamına götürdüm onları. Niyetim oranın muhteşem manzarasını onlara göstermekti. Fakat kayaların hırçınlığından etrafın güzelliğine bakamadılar. Özelikle eşimin gözleri karadı geri döndük. Anlatırdın ama görmeden bu kadarını beklemiyordum. Hayret, demek buralardan gelip geçiyorsunuz. Keşke hiç görmeseydim. Şimdi senin için endişelerim bir kat daha artacak diyordu eşim.
DEVAM EDECEK