Memleketin kaderi midir bilinmez ama biz krizleri fırsata çevirme konusunda adeta bir dünya markasıyız. Pandemi, savaş, deprem, yangın... Her biri hem cebimizi hem de vicdanlarımızı derinden etkiledi. Gelin, bu zamların hikâyesini birlikte hatırlayalım.
Pandemiyle başladık. Bir zamanlar kapı önüne bırakılan bedava maskeleri hatırlıyor musunuz? Sonra bir baktık ki maskeler neredeyse lüks tüketim ürünü haline geldi. Kolonya deseniz, market raflarında görmek bile imkânsızdı. Bir şişe kolonya için dakikalarca sıra beklediğimiz günleri unuttuk mu? Neyse ki zamanla pandemi geriledi ama zamlar kalıcı oldu.
Tam "Oh, bitti!" dedik, bir savaş patlak verdi: Rusya-Ukrayna savaşı. Bu sefer kiralar fırladı. Alanya gibi turistik bölgelerde bir evi kiralamak, neredeyse bir yıl boyunca yaz tatiline çıkmakla eşdeğer hale geldi. "Bu savaştan bize ne?" diyecek oluyorduk ki, dünya ekonomisi bize pek de izin vermedi.
Sonra geldi Hatay depremi... İnsanların yuvaları yıkılmış, canları yanmış, herkesin tek derdi yeni bir çatı bulmaktı. Ama ne oldu? İnşaat malzemeleri aldı başını gitti. Çimento, demir, tahta... Adeta altınla yarışıyordu.
Ve daha bu olayların şokunu atlatamadan Bolu’daki otel yangını gündeme oturdu. İnsanlar bir yandan yangının dehşetini konuşurken, diğer yandan yangın tüplerine gelen zamlardan yakındı. Sanki birileri "Yangın mı çıktı? Hadi tüpleri zamlayalım!" diye pusuda bekliyordu.
Tabii tüm bu zamların arkasında "açgözlülük" dediğimiz o görünmez el var. Ne yazık ki krizleri fırsata çevirme konusunda bizden daha hızlısı yok. Bir maskeden koca bir sektör, bir depremden devasa bir zam dalgası çıkarmayı başardık.
Peki, ne yapmalı? Krizleri ranta dönüştürmek yerine, toplumun ortak yararını gözeten bir bilinç geliştirebilir miyiz? Yoksa bu hikâye, "Bir kriz biter, bir zam başlar" döngüsüyle devam mı eder?
Söz sizde, sevgili okurlar. Siz bu zam dalgalarının arasında nefes almayı nasıl başarıyorsunuz? Yoksa bizden umudu kesip zamlarla yaşamaya mı alıştınız?