​ŞÖYLE geçmişten bugüne ülke siyasetinde yaşananları bir gözden geçirdim de, dedelerin tartıştığı "işsizlik, hayat pahalılığı, demokrasi azlığı" gibi mevzular, devasa potansiyelin üzerine atılmış bir battaniye gibi, bugün torunların da dilinde.

Ne "Sağcı" ne "Solcu" ne "Anayol" ne "Anasol"...

Her formülü denedik, her seferinde o "kısır döngü" denen, yerini kimseye bırakmayan şampiyonluk koltuğuna geri oturduk.

Bu kadar çok koşup da mesafe alamayan nadir maratoncularız biz. Koşuyoruz ama sanki dikey koşuyoruz.

​İşte tam bu noktada, okyanus ötesinden, yani ABD Senatosu'ndan bir fikir ithal ettim: Filibuster. Hani hep deriz ya "ABD'de başkan değişir ama sistem değişmez" diye.

Filibuster, o sistemin "bana rağmen yasa geçiremezsin" diyen, kibir abidesi kuralı. Salt çoğunluk? Aman Allah korusun, o burada tekelcilik sebebi. Bize 50% + 1 gibi bir oran lazım. Yani Meclis'te 600 vekili baz alırsak yaklaşık 301 oy!

​Şimdi bu kuralı alıp, o hepimizin aşina olduğu, laf cambazlığının Nobel'e aday olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) zeminine transfer ettiğimizde oluşacak tabloyu düşününce... Yüzüme bir gülümseme yayılıyor.

Olayın komik tarafı şu: Filibuster, çoğunluğa nazikçe diyor ki: "Otur, azınlığın da fikrini al. Ya da en azından masaya bir kilo baklava koy."

​Bugüne kadar iktidar kanadının "Sayı bizde, geçeriz" rahatlığı vardı. Muhalefet en fazla kürsüde isyan eder, tutanaklara bir şiir yazar ve sonra yasa "tık" diye geçerdi. Ama artık o günler geride kalabilir. Her yasa için, iktidar partisinin o kıymetli ve nadir bulunan "merkezdeki makul" muhalif vekilleri bulup ikna etmesi gerekecek.

​"Yaşasın, artık uzlaşma kültürü doğuyor!" diye bağırmak istiyorum ama durun, bir saniye. Burası Türkiye.

​ABD siyasetinde uzlaşma, bazen gönülsüz de olsa bir "iş yapma" aracıdır. Türkiye'de ise uzlaşma, hemen bir siyasi maliyet hesaplama aracıdır: "Taviz mi verdin sen, yoksa ceketini mi unuttun?" İktidar, muhalefete gitmek yerine, o filibuster engeline karşı hemen yeni bir retorik geliştirir: "Azınlık, milletin iradesini gasp ediyor! Bize çalışan bir Meclis verin!" Muhalefet ise elindeki bu "mutlak veto" gücüyle şaşırır: Acaba gerçekten yasa kalitesini mi artırsak, yoksa iktidarın her nefesini mi kessek?

​Gelelim madalyonun diğer yüzüne: Siyasi Tıkanıklık. Ah o, ABD'nin bile kanayan yarası. Bize gelirse ne olur?

​Mevcut kutuplaşma seviyemizi düşününce, hayati önemdeki Bütçe Yasası, Ekonomik Reform Paketi...

Ne fark eder?

Partilerimiz, en küçük bir anlaşmazlıkta bile aylarca "Hayır!" deme hakkını sonuna kadar kullanır. Sonuç? Meclis, kolektif bir "Donmuş Film Karesi"ne dönüşür. Vekiller maaşlarını alırken, dışarıdaki gerçek hayat, buzlu bir dere gibi akmayı bırakır.

​İktidar, halkına "Bakın, yapmak istiyoruz ama onlar engelliyor" diye yakınırken, muhalefet de "Bakın, biz olmasak ülkeyi batırırlardı, ülkeyi biz kurtardık ama siz görmüyorsunuz" der.

Vatandaş olarak biz, iki tarafın da "Haklılık Mücadelesi" tiyatrosunu izlerken, sorunlarımız olduğu yerde donup kalır.

​Belki de yabancı kural ithal etmektense, var olan kuralların içine biraz karşılıklı saygı, biraz hoşgörü, biraz da "Önce Memleket, Sonra Kavga" ruhu enjekte etsek, o aradığımız dengeyi daha kolay buluruz.

​Esen kalın…