Farkındaysanız, “Alanyalıyı” değil, “Alanyalıyı da” elektrik çarptı yazdım. Çünkü Alanya ülkenin, en azından son 50 yıldaki çalkantılı siyasi ve ekonomik gündeminden soyutlanmış gibi yaşıyordu. Turizmin getirdiği zenginliğin bunda büyük payı vardı.

 

Ama gün geldi devran döndü, Alanya koskoca bir şehir oldu. Büyük yerleşimlerin sancılarını o da çekmeye başladı. Sonuçta Anadolu insanı nasıl siyasi iktidarın getiri ve götürülerinden etkileniyorsa, Alanyalı da bundan nasibini almaya başladı. Dolayısıyla, elektrik “Alanyalıyı da çaptı!”…

 

Vakıa, elektriğe korkunç zamların geldiği 31 Aralık gecesi Alanyalı bu fiyat artışını çok coşkun bir şekilde kutlamış, şehrin her yerinde havai fişekler patlatılmıştı! Şaka bir yana, bu çelişkiyi “Pompei’nin Son Günleri” başlığıyla sosyal medyada paylaşmıştım...

 

Alanya’nın, tarımla geçinen bir Anadolu bozkır yerleşimine göre çok daha şanslı olduğu bir gerçek. İçinde gelir adaletsizliği de içerse, şehirde büyük bir sermaye birikimi var. İlginç olan bu sermayenin paylaşım şekli ve bu bölüşümün yeterli görülerek, ülkeyi yoksullaşmaya (da) götüren siyasi iktidara karşı itirazı engelliyor oluşu.

 

Alanya ekonomisi tarikat kardeşliğine, hemşeri kollamacılığına, akraba dayanışmasına, siyasi çıkar birlikteliğine dayanan bir dolu tuhaf parametreyle işliyor. Bunun yanında hizmetini faturalandırmayan esnaf, zanaatkar ve köylünün, kendisini koruma adına yaptığı fiyat artırımlarına dayalı bir model de var.

 

Devlet kredileri ve hazine arazileri talanıyla ağa tarımı yapan çiftçiyi, büyük otelciyi; net kar oranıyla iş yapan emlak, inşaat sektörü kazananlarını ve döviz ile kendisini koruyan turizm esnafını saymıyorum bile… Geriye ücretliler kalıyor. Bunların Alanyalı kökenli olanlarında sorun yok. Onlar bir şekilde yaşamsal destek alıyor. Dışarlıklı olanlar asıl enflasyonun altında ezilen kesim oluyor.

 

Alanyalı yerlisi, ailesinin taşınmazlarına ilişkin çıkarı gereği otorite ile çatışmak istemiyor. Onun için sesini hiç çıkarmıyor. Geriye büyük kentlerden göçenler kalıyor. Alanya çevresinde yaşayan daha bilinçli ama Alanya ile aidiyet bağı kuramamış bu insanlar, organize olabilecekleri örgütlü bir çatıdan yoksun oldukları için itiraz yükseltemiyorlar.

  

İşte, böylesine tuhaf bir ekonomik modelin içindeki Alanyalı, “Kazanda yavaşça kaynayan kurbağa” örneğinde olduğu gibi, piştiğini ocak ayı elektrik faturalarıyla anladı. Tepkisi feryat ve figan oldu. Yerel gazeteler bu yakarmaya aracılık ediyorlardı. Ama bir sorun vardı: Ne yerel basın ne de halkın temsilcileri olan meslek odaları ve sivil toplum örgütleri sorunun kaynağına yeterince inmiyor, siyasi iktidarı suçlamıyorlardı.

 

Aslında halk, başına geleceği ocak başından beri sezmiş, yakınmaktaydı. Ocak ayı içinde gerçekleştirilen meslek odaları seçimlerinde başkan adayı olanlar, üyelerini yoksullaştıran siyasi iradeyi eleştirmeyi hiç düşünmediler. Seçilebilmek için, yalnızca üyelerinin çıkarlarını iyileştirme sözü vermeyi denediler.

 

Şoförler Odası adayı taksi ceplerindeki ödemeyi azaltacağı sözünü verdi. Bakkallar Odası adayı adeta siyasi iktidarın bir sözcüsü gibi, yoksullaşmanın suçunu zincir marketlere atarak oy istedi. Esnaf Odası adayı berber tarifelerini yükselterek şansını denedi… Meslek odalarının elbette üyesini kollamak ilk göreviydi ama bir tanesinin bile kampanyaları sırasında AKP iktidarını enflasyon konusunda suçlamamış olması bir rastlantı mıydı?

 

Halkın yakınması sonrasında şablon(!) bir görüş bildirmek durumunda kalan siyasi iktidarın ilçedeki sözcüsü, elektrik zamlarını dünya ekonomisindeki daralmaya bağlıyordu! Anlaşılan, halkın feryadı yetmemişti. Belki şiddetli bir yıldırım ancak onların aklını başına getirebilecekti. Bilir misiniz, şimşek ve yıldırım korkunç bir elektrik yükü boşalmasıdır. Ve bu akım her zaman buluttan yere değil, bazen de yerden yani tabandan buluta doğru olur. İşte korkacakları da bu olmalıdır…