BİR ülkenin milli geliri, o ülkenin belirli bir dönemdeki toplam üretiminin net parasal değerini ifade etmektedir. Gelirin temel kaynağı üretim olunca, üretim sürecinin devamlılığını sağlayan faktörlerin ve bu faktörlerin toplam gelirden...

BİR

ülkenin milli geliri, o ülkenin belirli bir dönemdeki toplam üretiminin net parasal değerini ifade etmektedir. Gelirin temel kaynağı üretim olunca, üretim sürecinin devamlılığını sağlayan faktörlerin ve bu faktörlerin toplam gelirden almış oldukları payların ülke ekonomisi için son derece hayati bir önem taşıdığını söylemek yerinde olacaktır.

Ekonomi bilimine göre başlıca üretim faktörleri emek (işgücü), sermaye, doğal kaynaklar ve girişimciler olarak dört ana kola ayrılmaktadır. Bu faktörlerin en önemlisini şüphesiz ki üretimde devamlılığı sağlayan emek faktörü yani işçiler oluşturmaktadır. Nitekim üretimin; sahip olunan doğal kaynaklara sermaye ve insan emeği uygulanması işlemi olarak da tanımlanması, üretimde işgücünün ne denli önemli olduğunu vurgulamaktadır. Hâl böyle olunca daha huzurlu bir toplum, sorunsuz bir üretim süreci ve adil bir gelir dağılımı için emek faktörünün milli gelirden alacağı pay ile çalışma hayatı içerisinde sahip olduğu haklar mutlak suretle arttırılmalıdır. Fakat ne yazık ki son dönemlerde gelişmiş ülkelerin aksine, insan hakları alanında ülkemiz için endişe verici bir gerileme söz konusudur. Ekonomik açıdan bu gerilemenin temel sebeplerinden biri olarak, ekonomik büyümelerden çalışanların giderek daha küçük paylar almasını, buna karşılık sermaye sahiplerinin ise almış oldukları payı arttırmasını gösterebiliriz. Kaldı ki bu önemli noktaya, uluslararası örgütlerin yayınlamış oldukları raporlarda da önemle değinilmektedir. Nitekim Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’ nün bu yıl ki Ücret Raporu’nda ‘ reel ücret artışlarındaki durgunluğun, küresel ekonomiyi olumsuz etkilediği vurgulanarak; ekonominin geleceği açısından çalışanların, verimlilik artışından daha fazla pay alması’ tavsiye edilmektedir. Böyle bir tavsiyenin, işgücünün içerisinde bulunduğu durumun farkındalığı açısından oldukça önemli ve sevindirici bir gelişme olduğunu söylemek mümkün. Öte yandan madalyonun tek taraflı olmadığını, sermaye sahiplerinin de işgücü kaynaklı birtakım problemler ile karşı karşıya kaldıklarını söylemek mecburiyetindeyim. Daha önce belirtildiği üzere; işgücüne gelirden daha fazla pay verilebilmesi için ‘’verimlilik artışı’’ en önemli koşuldur. Ancak işgücü kaynaklı problemleri listelediğimizde Turnover oranındaki (Çalışan devir oranı) yüksekliğinin üretimde verimliliği düşürmesi, listenin ilk sıralarındayer almaktadır.

Belirli bir zaman aralığında firmalarda işe başlayan ve işten ayrılan personelin devir oranını ifade eden turnover oranı, işverenler için oldukça zorlayıcı bir etmendir. İşe alınan her personele belirli bir oranda yatırım yapan firmalar haklı olarak, gelirden daha fazla pay alması öngörülen işgücüne güvenmek istemektedir. Yıl içerisinde bir şirket çalışanlarının %10’nun değişmesi firmalar için kabul edilebilir bir oranken %25-%30 düzeylerinde seyreden oranlar, firmalar için kaçınılması gereken bir seviyeyi ifade etmektedir. Özellikle bölge ekonomimiz için ayrı bir önem taşıyan ve kendine has özellikleri sebebi ile dönemsel olarak çalışan sayısının sürekli değiştiği turizm sektöründe görülen %50 dolaylarındaki devir oranı, kritik eşiğin çok üzerindedir. %50 gibi yüksek bir oranın negatif etkilerini;

•Belirli bir kurum kültürünün oluşturulamaması

•Yeni personellerin kuruma adapte olma sürecinin firmalara, zaman ve işgücü kaybı yaratması

•İşgücünün sürekli değişmesi sebebi ile kârlılığın azalması, satış rakamlarının düşmesi ve hizmetin aksaması

•Firmalara; yeni iş ilanı, sigorta bildirim ve personel eğitim maliyetleri gibi çeşitli maliyetler yaratması

olarak sıralayabilmekteyiz. Turnover oranı yüksek firmalara naçizane tavsiyem;

•Çalışan çeşitliliğini arttırarak çalışanlarının belirli işlerde uzmanlaşmasını sağlamak,

•İnsan kaynaklarına daha rasyonalist ve bilinçli yatırımlar yapmak,

•Sık sık personel memnuniyeti anketleri yapmak ve anket sonuçlarını takip etmek,

•Ödül sistemine dayalı yönetim uygulamaları ile örgütsel bağlılığı arttırmak ve her ne olursa olsun çalışanlara, insana yakışır çalışma şartları sağlamak olacaktır.

Böylece firmalar, çalışanların motivasyonunu ve verimliliğini arttıracak, karşılığında ise kârlılık, sadakat, örgütsel bağlılık ve etkili bir kurumsal imaj gibi avantajlara sahip olabilecektir. Daha adil bir gelir dağılımı için üretim sürecinin; işvereni ve işgücünü kapsayacak şekilde çift yönlü değerlendirilmesi ve iki tarafın da çıkarlarını aynı oranda koruyan yasal düzenlemelerin yapılması oldukça önemli ve gereklidir.