Yetmiş yaşı solladık, seksene doğru yelken açıp hızla ilerliyoruz. Nerede tökezleyeceğimiz pek belli değil! Hem dünyadaki, hem de ülkemizdeki gelişmeleri şöyle bir gözden geçirdiğimde, inanın benim yetmiş yılda şahit olabildiğim huzurlu...

Yetmiş yaşı solladık, seksene doğru yelken açıp hızla ilerliyoruz.

Nerede tökezleyeceğimiz pek belli değil!

Hem dünyadaki, hem de ülkemizdeki gelişmeleri şöyle bir gözden geçirdiğimde, inanın benim yetmiş yılda şahit olabildiğim huzurlu yıllarımız bir elin parmaklarını aşmaz!

Anadolu insanı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde üç kıtaya balıklama dalıp, savaştan savaşa sürüklendiği için, ömrünün önemli bir bölümü askerlikle geçtiği içindir ki, ne doğru dürüst eğitim alabilmiş, ne de bir meslek sahibi olabilmiş.

İmparatorluk yıkılıp, kurtuluş savaşı kazanılınca, yepyeni bir Cumhuriyetle kucaklaşan insanlarımızın önemli bir bölümü savaşa katılamayan yaşlılarla, çoluk çocukla birlikte kadınlarımızdı.

Toplumun yüzde doksanı okuma yazma bile bilmezken, nüfusun yüzde seksen beşi de köylerde yaşıyordu.

Yeni Cumhuriyet böyle bir tabloyla işe başladı ve bu günlere gelebildik.

İkinci Dünya Savaşı sürecinde, sonrasında da, iki kutuplu dünyadaki soğuk savaş rüzgarlarıyla hep gerildik. 1946 yılında, tek partiye dayalı bir anlamda oligarşik biraz da monarşik bir yapıdan çok partili döneme geçme başarısını göstersek de, demokrasiyi deneyimimizin olmaması, böyle bir kültürü ve deneyimi, meşrutiyet döneminde yeterince edinemediğimizden, bizde siyaset çok çirkin şekle büründü.

Türkiye uzun yıllar koalisyonlarla yönetildi.

Bu dönem bana göre Türkiye Cumhuriyetinin fetret dönemleri oldu.

Beğenelim beğenmeyelim, doğru yanlış, tek başına iktidara gelen partilerin ülkeyi yönettiği dönemler Türkiye’nin biraz kalkındığı toplumun da huzur bulduğu dönemlerdi.

Millet olarak bizim, siyasetçilerin aşırı ihtiraslarının peşine takılmaktan zevk alan, huzurdan rahatsızlık duyan, kavga ve gürültüden hoşlanan bir yapımız var gibi geliyor bana.

1980 öncesi, “SOL- SAĞ” çatışmasıyla ülkeyi kan gölüne döndürdük.

Zaman zaman da “SÜNNİ- ALEVİ” çatışmasıyla başka bir maceranın parçası olduk.

Otuz yılı aşkın da, PKK terör örgütü belasıyla uğraşıyoruz.

Bu bir terör örgütü.

Büyük rantlara sahip.

Acımasızlığı insanlıkla izah etmek mümkün değil.

Bu örgüt Kürt halkını temsil etme iddiasıyla, gariban Kürt halkının çocuklarını kandırarak ya da zorla dağa çıkararak militan yapıp bunların sırtından örgüt baronları dünyanın her yerinde krallar gibi yaşamakta.

Bana göre PKK, Kürt halkının haklarını savunuyormuş gibi görünerek Kürt halkını tutsak almış durumda.

Son bir yıl içinde de, Arap kışının sert fırtınaları ve soğuklarıyla mücadele etmekle meşgulüz.

Sözün özü, bize hiçbir zaman huzur yok!