Maddi- manevi, hukuki- siyasi hiçbir beklentisi olmayan bendeniz, sanırım bunun için en doğru kişilerden biri olacağım.

Sadece beklentimin olmaması değil, yıllardır aynı şeyleri dinlemekten çok sıkılmış olmam da belki sektör ilgilileri için gerçekleri duyma yönünde avantaj sağlar.

Bölgemizde turizmin 12 aya yayılması konusu (Tartışma süresi yaklaşık 20 yıl):

Bu, olmayacak. Çünkü otel sahibi ya da işletmecilerinin büyük çoğunluğu bunu İSTEMİYOR. Mevcut sezon süreleri kısalmasın da, buna da razıyız.

Bir zorunluluk olmadığı sürece -ki serbest piyasa ekonomisinde böyle bir zorlama olamaz- tesislerin 12 ay açık kalması gerçekleşmeyecek.

Peki, 12 ay açık olmanın faydaları nelerdi?

Yetişmiş personel istihdamı, bina yıpranma ve açma-kapama maliyetlerinin asgariye inmesi, acente ve tedarikçi ilişkilerinin sürekliliği, sadık misafirlerin geri dönmesi gibi avantajlar…

Kimin umurunda artık? Mevcut sistem zaten günü kurtarmaya programlı.

Bizler 90’lı yıllarda, 12 ay açık tesislerde başladık turizme. ‘Kış kapalılığı modası’, 2000’lerden itibaren devreye girdi.

Yıllarca tesisler 12 ay açıktı. Üstelik merkezde değil, Avsallar’da mesela. Aralık-Ocak-Şubat aylarının yılbaşı, noel, sömestir tatili ve ‘shopping’ grupları ile geçtiği, Mart ayından itibaren dolulukların başladığı ve Ekim ayı sonuna kadar devam ettiği yıllardı. 12 ay açık kalınan yıllarda da şüphesiz, fiyatlar dipteydi ve kış ayları karsız veya kardan zarar ile geçiyordu. Ama açıklık, bahsettiğim manevi avantajları getiriyordu.

Sonra, kış operasyonu, yatırımcı veya işletmeci için sadece bir angarya, verilen hizmet hamallık olarak görüldü. Nitekim, tesislerde en düşük fiyatlara, neredeyse 3 aya yakın konaklayan kış misafirleri için artık konaklama bir tatil değil, yaşam tarzına dönüşmüştü. Önce, Alman ve İskandinav misafirlerin sayısı azaldı. Onların ikinci ve üçüncü kuşak temsilcileri için de bölge çeşitli sebeplerden dolayı cazibe merkezi olamadı. Shopping grupları zaten bitti, çünkü alacak bir şeyleri kalmadı, alışverişe de doyuldu. Onların yerine Ruslar geldi ama ya çoğuna daire satma yarışına girildi ya da Avrupalı emekliler gibi kış aylarını otellerde geçirme gibi bir lüksleri olamadı.

Personel için önce ‘kış kadrosu’ adı altında ücretsiz izin ve askıya alma gibi mağduriyetler başladı. Sonra buna da gerek kalmadan doğrudan çıkışlar verildi. Turizm çalışanı mevsimlik işçi statüsüne getirildi.

Hatta artık müdürler de mevsimlik.

Sezonun yaz aylarında ‘yeterince’ kazanan dev tesislerin yatırımcılarının, kapanma tarihleri uzayan Kasım ayında bile sabırsızlandıkları görüldü. Zaten meşgul oldukları diğer sektörlerden de otel yaşantısının cazibesine kapılıp el çekmişlerdi. Çoğunun içinden hevesli birer genel müdür çıkan patronlar, otellerdeki her olaya vakıf olma merakları yüzünden en az müdürler kadar strese girip yoruldular ve ‘Kapansa da dinlensek, bitse de gitsek’ moduna geçtiler.

Üstelik bir ‘dev tesis’ ya da zincirin sezonluk karının dörtte biri gibi bir maliyet ile zincire yeni bir tesis ilave edebildiğini düşünün. Kışın neden açık kalınsın?

Sezon sonunda yeni bir otel inşaatına başlamayan tek bir grup söyleyebilir misiniz? Hani kazanmıyorduk?

Teşvik mi, tahsis mi, vergiden muafiyet mi, bilmeyiz o işleri… Bilsek profesyonel yönetici değil, yatırımcı olurduk zaten.

Bölgenin daha fazla tesise mi ihtiyacı var yoksa mevcutların açıklık süresini uzatmaya ve hizmet kalitelerini yükseltmesine mi?

Yeni otellere mi yoksa yeni anlayışlara mı hasretiz?

Gerekli fedakarlığı yapmayan tesislerimiz varken bunu neden havayolu şirketlerinden veya tur operatörlerinden bekliyoruz? Havayolları, insanları kapalı tesislere mi taşıyacak?

‘Getirin ki açalım-açın ki getirelim’ tartışması, ‘tavuk mu yumurtadan-yumurta mı tavuktan’ tartışması kadar eski.

Bakımsızlıktan dökülen ve sürekli şikayet alan bir otelin sahibi ile kontrat yenilemek ve fiyat artışı talep etmek için acentenin yetkilisine gitmiştik. Bir önceki yılın kontratının fotokopisini sundular kendisine. Bozuldu tabii, artış istediğini söyledi. İşte o anda dev TV ekranına otelinin memnuniyet puanları ve şikayetler yansıtıldı. Samimi bir dille kendisine; ‘Otelinizin konumu gayet iyi ama yapın artık şu tadilatları… Bu şikayetler ile nasıl daha farklı bir fiyata satalım otelinizi’ dendi. O da: ‘Tamam işte, daha yüksek fiyatlara satın ki seneye, para kazanıp yenileyelim oteli de’ deyince, yetkili tekrar cevapladı: ‘Öyle olmuyor işte. Siz yenileyin ki farklı fiyat girebilelim’… Çok iyi biliniyordu ki, bırakın tadilatı, oteli baştan yapacak gücü vardı o yatırımcının.

Yıllar içinde tesis sayıları hızla arttı. Arz-talep dengesi bozuldu. Merkezde meşhur plajımızın olduğu sahil bandındaki küçük kapasiteli birkaç otel dışında beldelerdeki oteller kış aylarında hayalet binalara döndü.

Peki, seminer, konferans, sporcu grupları, takım kampları, bayii toplantıları, MICE girişimleri, kamu veya özel şirketler bünyesindeki toplantı grupları olsa, açık tesis sayısı artar mı?

Yok, artmaz çünkü kurtarmıyor. Fiyatlar cazip değil. Zaten altyapı da yok. Yeterince saha yok, otel kongre salonları patronlar için evin salonu gibi, tertemiz kapalı dursun daha iyi.

Bırakın yeni bir organizasyonu, neredeyse, yıllar önce turizm duayenlerimizin ön ayak olup bölgeye kazandırdığı Triatlon bile angarya olarak görülmeye başlandı.

Sağlık turizmi operasyonları da yeterli olmayacak. Zaten başka bölgelere kaptırılmış durumda. Mevcut özel hastane ve klinikler de kendi işlerini görüyor ve konaklama için birkaç otel yeterli. Olmadı daire kiralanıyor ihtiyaç dahilinde.

Doğa, aktivite, tarih, arkeoloji, kültür turları tesisten çıkmayan misafirler ve düşük kalitede, liyakatsiz kişilerin elinde kontrolsüz bir şekilde örneklendiği için gelişemiyor. Kapsamlı ve profesyonel yapıda yerel turlar yapılmıyor. Daha çok ’kazaları’ ile gündeme geliyor bu turlar.

Kentin ileri gelenleri toplanıyor: ‘Turizmin 12 aya yayılması için mücadele veriyoruz’ diyorlar. Yetkililer, oda başkanları zamanla değişiyor. Bu söylem hiç değişmiyor.

İşin ilginç yanı, çoğunun oteli var. Sezonu da ilk kapatanlardan. Kendi işlettikleri otellerde personel için oturup dinlenme alanı bile yok. Eğitime destek adı altında öğrenci çalışanlar ile bütçelerinden tasarruf edip sezonu geçirme yolundalar. Söylem farklı, icraat farklı. Hep bundan kaybetmiyor muyuz zaten?

‘Her şey dahil sistem sektöre çok darbe vurdu, esnafı bitirdi, kent yaşamının gelişimini kötü etkiledi, bir an önce kalkmalı’ naralarını, 15 yıldır duyuyoruz.

Kalkamaz.

Bırakın kalkmayı, kapsamı genişleyerek gidecek. Bol seçenekli tatil paketleri ile yeni hizmetler ‘her şeye’ dahil edilecek.

Çünkü deniz-kum-güneş cazibesine başka unsurlar eklemek için samimi bir gayret yok.

Beldelerdeki merkezi arıtmalar 2000’lerin başında yapıldı. Konaklama kapasiteleri her halde en az 10 katına çıkmıştır. Peki, arıtma merkezlerinin kapasiteleri arttırıldı mı?

Bugün merkezde ve beldelerde havaya sinmiş o tanıdık koku, artık kentin yeni simgelerinden biri gibi. Deniz suyu ölçümleri, mavi bayrak standartları, çevre duyarlılığı… Hepsi birer rapor satırında kaldı.

Etki yaratacak kapsamlı festivaller yok. Caz festivalinde son yıllarda ya yerel sanatçılar, ya da yabancı amatörler davet ediliyor. İptal edilmesi için neredeyse bahaneler aranıyor.

Sadece benim şahit olduğum, bağlantısına memnuniyetle vesile olacağım, dünyaca ünlü bir sanatçıdan neredeyse ‘CV’ istendi. ‘Bir caz repertuarı göndersin de bir bakalım‘ dendi. Gelmedi tabii ki.

Yani, ‘ Alanya’da turizmi 12 aya yaymaya çalışıyoruz’ söylemi ancak yıllardır duyduğumuz; ‘Enflasyonu tek haneye indireceğiz’ söylemi kadar gerçekçi.

Bazı otellerde bilerek çözülmeyen kronik sorunlar vardır. Bir yönetici gelip kalıcı bir çözüm bulduğunda patronundan çalışanına hepsi huzursuz olurlar. Bir boşluk hissederler.

Sorun çözüldüğü için artık yerinde saymak değil, işi geliştirmek gerekecektir. Buna da ne enerjileri ne de vizyonları müsaittir. Sorunları çözen bu yönetici ise artık ‘fazla olmuş’, hatta haddini aşmıştır.

Şimdi onlar hangi sorunu bahane edeceklerdir?

O yüzden bölgemizde ‘Eşeği kaybedip-kaybedip tekrar bulan’ ve bunu başarı gibi gösteren yöneticiler makbuldür.

Bu başlıklardaki sorunların çözülmesini de başta dile getirenler istemiyor. Yoksa ne konuşulacak?

Önce samimiyet, cesaret ve kararlılık gerekiyor. Çekilecek sıkıntıları göğüsleyecek dayanışma ve bilinç.

Eğer yine devlet desteğinin ya da bakanlık kontrollerinin gerekliliğinden bahsedeceksek…

Daha uzun yıllar aynı şeyleri konuşup yazacağız demektir. Sadece yıllar ve aktörler değişecek, cümleler aynı kalacak.