ÜLKE ve ülke insanı olarak, çok kritik ve çok tehlikeli bir süreçten geçiyoruz. Etrafımız ateş çemberi. Suriye ve Irak kan gölü. Ortadoğu bataklığına batmak üzereyiz. 'Arap Baharı” diye başlayan süreç, 'Arap Kışı”na...
ÜLKE
ve ülke insanı olarak, çok kritik ve çok tehlikeli bir süreçten geçiyoruz.
Etrafımız ateş çemberi.
Suriye ve Irak kan gölü.
Ortadoğu bataklığına batmak üzereyiz.
“Arap Baharı” diye başlayan süreç, “Arap Kışı”na dönüşmüş, biz de nedendir bilinmez, Arap sevdası ya da Osmanlı sevdasına kapılarak, bu sürece burnumuzu mu soktuk, yoksa sokmak zorunda mı kaldık?
Şimdi, dünyanın en güçlü canavarları, Irak ve Suriye’de, toplumsal kutuplaşmalardan yararlanarak, kendilerine göre birer partner bularak, bunları birbirleriyle çatıştırarak, karşılıklı güç gösterisi içindeler.
Biz de, bu canavarların arasında, kimi zaman bu canavarlarla, kimi zaman da bu canavarların piyonlarıyla mücadele ederek, bir etkinlik kazanmaya ya da bir çıkış yolu aramaya çalışıyoruz!
İleriye dönük belli kaygıları ön görerek, bu belaya mecburen mi bulaştık, yoksa biz de bir güç gösterisi içine mi girdik?
Kırk yıldır süre gelen PKK terör örgütü ihaneti ve belasıyla uğraşırken, bir de başımıza ihanetin en büyük adiliğini yapan FETÖ Terör Örgütü ile uğraşmakla meşgulüz.
DEAŞ ve benzeri diğer örgütlerin eylemleri ise işin çabası.
Toplum olarak, böylesine zor bir dönemden geçerken, ister istemez milli bayramlarımızı bile buruk kutluyoruz.
Her gün üç beş şehit veriyoruz.
Toplum olarak, giderek gerginleşmiş hatta sosyal şizofrenik bir durumla karşı karşıyayız.
Ülke olarak böylesine zor ve tehlikeli bir süreçten geçerken bile, siyasilerimiz hala belli bir aymazlık ve vurdumduymazlık içinde.
Bizanslılar, Osmanlı ülkelerini kuşattığı bir sırada, meleğin erkek mi, dişi mi olduğunu tartışıyorlarmış!
Bizimkiler de, Başkanlık sistemini tartışmakla meşguller.
Son yıllarda Osmanlılık modası aldı başını gidiyor.
Osmanlı bir imparatorluktu.
İçinde çok sayıda ulusu barındırıyordu.
Bu kozmopolit yapının birlikteliğini sağlamak için,
Osmanlı'nın başındaki padişah diktatör olmasına karşın, aynı zamanda dinsel anlamda da halife konumundaydı.
Tüm bu gerçeklere ve imkanlara rağmen padişahlar, devlet işleriyle din işlerini birbirine karıştırmıyor, farklı dine, mezhebe ve etnik kökene sahip topluluklara eşit davranıyorlardı.