Atalarımız 'Aklın yolu bir” demiş. Gerçekten aklın yolu bir mi? Sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı, farklı düşünsel açılımlara yönelemezdik. Bir başka düşünür de şöyle demiş: 'Bir düşünceye takılıp kalma. Gerçeği bir...

Atalarımız “Aklın yolu bir” demiş.

Gerçekten aklın yolu bir mi?

Sanmıyorum.

Eğer öyle olsaydı, farklı düşünsel açılımlara yönelemezdik.

Bir başka düşünür de şöyle demiş:

“Bir düşünceye takılıp kalma. Gerçeği bir düşünce aydınlatamaz.”

Salt bizde değil, tüm dünyada, düşünceye ve de inanca saygı duyulmasından söz edilmekte.

Bir insanın, hiçbir etkinin altında kalmadan, salt kendine özgü bir düşünceye ya da inanca sahip olabilmesi için, tüm inançları incelemesi, sonra da, bu inançlardan en doğru ve sağlıklı olarak gördüğü bir inanca yönelmesi gerekir.

Dünyada böyle bir özgürlüğe yelken açıp, özgür iradesiyle bir düşünsel açılıma ve inanca yönelen kaç kişi vardır?

Çok az.

Bu konuda yıllar önce, şöyle bir yaklaşım içinde bulunmuştum.

“Bir kitap bir düşünürün kendi düşüncesini yansıtır. Okumaktaki amacımız, farklı düşünceleri kavrayıp, kendimize özgü bir düşünceye sahip olmaktır.”

Bir bakıma, tez ve antitezlerden yola çıkarak bir senteze ulaşmak gibi.

Aslında toplumların istisnasız çok büyük bir bölümünde bireyler, ailesinin, çevresinin ve de toplumunun düşünceleri ve de inançlarıyla beslenip semiriyorlar.

Mahalle baskısının yoğunlukta olduğu bir toplumda, düşünceleri ve inançları sorgulayarak farklı bir düşünceye ya da inanca yönelen insan sayısının oldukça az olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.

Çoğumuz, çocuk yaşlarda başlayarak, birilerinden bir biçimde, yanlış doğru bir sürü şey öğreniyor ve bu öğrendiklerimizi ezberleyerek papağan gibi tekrarlayarak bir ömür tüketiyoruz.

Düşünsel açılımları ve bir sürü inançları sorgulamaya kalkıp yeni ufuklara yönelmeye kalkanlara da dönek diyerek suçlarken, kendimizi de, düşünsel ve inanç bağlamındaki dönmemizle övünme saçmalığı içine girebiliyoruz.

İnsanın gençliğinde çok şey öğrendiğini ama bu öğrendiklerinin ne olduğunu, doğru ya da yanlışlığını ancak belli bir yaşa geldiğinde anlayabildiği söylenir.

Olaya bu açıdan baktığımızda, dünyada değişmeyen tek şeyin değişim olduğuna göre, hepimizin zaman içinde kendimizi geliştirerek değiştirmemiz kadar doğal bir şey olamaz.

Dünya değişiyor.

Üretim güçleri, üretim ilişkileri ve üretim biçimi sürekli değiştiğine göre, bizim de dünyaya bakış açımızın değişmesi gerekmez mi?

Dünün modası olan Marksist öğretinin EMEK–SERMAYE Çelişkisine dayanan kolektivist ekonomik modeliyle, Proletarya diktatörlüğüne dayalı ütopik rejim arayışı iflas ederken, hala geçerliliğini koruyabilecek Materyalist felsefenin bile sözü edilmezken, bizim çağ dışı kalmış kimi ezberlerle dolap beygiri gibi aynı güzergahlarda koşuşturup durmamız kadar saçma ne olabilir?

Bu saçmalığa ve bu saçma yönelişlere düşünce diyerek saygı duymak mümkün mü?

Bir insanın, canlı bomba olarak, hiç tanımadığı insanları öldürmek için, kendisini de paramparça edebilmesi, bir inancın sonucuysa, buna inanç diyerek saygı duymak mümkün mü?

Okumuyoruz.

Araştırmıyoruz.

Ezberlerimizi sorgulamıyoruz.

Tabularımızı yıkamıyoruz.

Kendi yarattığımız tabulara kendimiz tapınıyoruz.

Tartışmıyor, birbirimizle kavga ediyoruz.

Ülkemize ve ülke insanımıza hizmet edeceğine inandığımız siyasi partileri ya da siyasetçileri seçme kaygısı yerine, bir biçimde yöneldiğimiz siyasi yapılara ya da siyasilere belli bir duygusallık içinde yamanıp onların şakşakçısı haline geliyoruz.

Böylesine bir saçmalıklar içinde aklın yolunun bir olması mümkün mü?

Aklın yolunun bir olması için akıl lazım.

O aklın da bilgiyle donanması gerekir.

Alanya’daki plajlara bakın, turistlerin elinde bir kitap, sürekli okuyorlar.

Biz mi?

Bizim ne yaptığımızı söylemeye gerek var mı?

ÖZEL NOT: Sevgili dostum Mehmet Hacıkadiroğlu, Kelek Rüstem hava muhalefeti nedeniyle gelemediği için, siparişini yerine getiremediğimden özür diliyor, sevgili kızın Deniz’in ve senin yaş gününü kutluyor, bir ömür boyu sağlık ve mutluluklar diliyorum.