CUMARTESİ günkü rezil terör eylemi sonrasında ne yazılabilir, ne söylenebilir ki? Başsağlığı dilemek, 'Şehitler ölmez, vatan bölünmez”, 'Ya Allah, Bismillah, Allah'u ekber” diyerek dejarj olmaya kalkıp, dogmatizme yelken...

CUMARTESİ

günkü rezil terör eylemi sonrasında ne yazılabilir, ne söylenebilir ki?
Başsağlığı dilemek, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez”, “Ya Allah, Bismillah, Allah’u ekber” diyerek dejarj olmaya kalkıp, dogmatizme yelken açıp, akıldan ve bilimden uzaklaşarak, oraya buraya saldırmanın ya da onu bunu suçlayarak acımızı hafifletmeye çalışmakla, bu rezillerin ve rezilliklerin son bulmasını istemekle neyi değiştirebiliriz ki?
Asgaride insan olma kaygısıyla yaşayan birisi olarak, bir insanın canlı bomba olarak, insanların arasına girip, hem kendini, hem de hiç tanımadığı insanları yaralamaya, öldürmeye ve acılar içinde kıvranmalarına sebep olacak, insanlık dışı bir eyleme kalkmalarını daha doğrusu kalkabilmelerini, o kadar uğraşmama ve araştırmama karşın anlayabilmiş değilim.
Bunun nasıl bir inancın ürünü olduğunu inanın merak ediyorum.
Bilimsel bir tanımlamayla “Duyularımızla algıladığımız şeyler hakkında sadece kesin olmayan kavrayışlara varabiliriz. Ancak aklımızla, kavradığımız şeyler hakkında kesin bir bilgiye ulaşabiliriz. Akıl yalnızca evrensel ve mutlak olan ilişkilerden söz eder” denilmesine rağmen, canlı bomba olmayı kabul edenlerin ya da buna mecbur kalanların, bırakın akıllarıyla hareket etmelerini, hangi duygularla olursa olsun, böyle bir rezilliğe yönelmenin pek mümkün olmaması gerektiği kanısındayım.
Böyle bir saçmalık ya da sapıklıkla sürekli karşı karşıya kaldığımıza göre, demek ki, bir insanı böylesine rezil bir insanlık dışı eyleme sürükleyebilecek bir yöntemin varlığı karşında, bu rezillerle ve rezilliklerle nasıl baş edeceğimizi düşünmek ve bu saldırıları boşa çıkaracak donanıma sahip olmak için bütün gücümüzü seferber etmemiz gerekiyor.
Beni şaşırtan, işin çok daha ilginç yanı ise, bu tür eylemleri ortaya koyan terör örgütlerinin, salt bize yönelmeleri ve bu rezil yapıların bizim ülkemizde palazlanmaları ve de taraftar bulabilmeleri.
Toplum olarak bu kadar haini, nasıl oluyor da aramızda barındırmış olabiliyoruz?
Tüm bu olumsuzlukları nasıl algıladığımız ya da bu rezillikleri algılamamızda oynanan oyunlarla, algı operasyonlarının hangi boyutlara tırmanabildiğine de bakmamızda yarar var.
Tabii ki, bu algı operasyonlarının kimi, toplum olarak mücadele gücümüzü arttırmaya dönük olurken, kimi de toplum olarak karamsarlığa ve umutsuzluğa sürüklenmemize dönük yapılırken, kimi de, bunca rezilliğe rağmen, hala siyasi kaygılara dönük olarak, çok farklı ve de saçma algı operasyonlarına yönelebilmekteler!
Tüm bu sorunların şu ya da bu biçimde muhatabı olan bizlerin, bu konularda da, çok daha duyarlı olmamız gerekiyor.
Birey ve toplum olarak, her alanda ve her konuda, tüm sorunlarımızın sorumlusu olarak birilerini göstererek, sorunlarımızın sorumluğundan kaçma geleneğimizi göz ardı etmeden, olayları ve gelişmeleri çok daha gerçekçi bir biçimde değerlendirip, özeleştirimizi doğru biçimde yapmamız, hayati önem taşımakta!
Nasıl oluyor da, bunca bela bizi buluyor?
Bu tür örgütler, neden bizim coğrafyamızdan çıkıyor?
Bu tür örgütler, bunca militanı, nasıl oluyor da, bu toplum içinden devşirebiliyor?
Çok daha ilginci, nasıl oluyor da, bizim başımıza bela olan her tür terör örgütüne, bir sürü ülke arka çıkabiliyor, destek olabiliyor?
Türkiye olarak güçlenmemizi mi istemiyorlar?
Bizi tehlike olarak mı görüyorlar?
Eğer güçlenmemizi istemiyorlarsa, dünyada bizden çok daha güçlü ülkeler dururken, salt bize karşı olmalarının altında ne yatıyor olabilir?
Bizi tehlike olarak gören ülkeler varsa, böyle bir imajı biz mi yaratıyoruz, yoksa onlar kendilerince böylesine saçma bir kaygıya mı kapılıyorlar?
Ya da birileri “Bir birlikteliği oluşturup güçlendirmenin en kolay yolu ortak bir düşman bulmaktır” sözünden yola çıkarak, toplumun sorunları giderek çoğalmasına ve ülke çok tehlikeli ve kritik süreçlerden geçmesine karşın, tüm bu olumsuzlukların sorumlusu olarak birçok düşman yaratarak, siyasi ya da ideolojik birliktelikle birlikte, tüm toplum kesimlerinin de birlikteliğini ve desteğini almaya kalkmak için, böyle bir maceraya mı yöneliyorlar?
Yani, toplum olarak, biz ya da bizi yöneten siyasetçiler ve devlet adamları, dünyalı ve insan olmaya odaklı, barışçı bir yaklaşım içinde miyiz, yoksa hamaseti ve yiğitlenmeyi seven bir toplum olduğumuzdan, siyasetçilerimiz de bize yaranarak oy devşirebilmek için, saçma sapan yiğitlenmelerin içine girdiklerinden mi dünyada giderek yalnızlaşıp, sürekli düşman ediniyoruz?
Her neyse, biz gene de, tüm bu sorunlarımızın üstesinden gelebilmek için, tek yumruk olmaya ve her tür etnik, siyasi ve de ideolojik hatta dinsel ve mezhepsel farklılığımıza rağmen, birlikte hareket etmeye mecbur olduğumuzu bilmek ve kabul etmek zorundayız.