YILDIRIM Akbulut gibi silik bir siyasetçi bile, karizmatik bir lider olan rahmetli Özal'a rest çekebildiyse, Davutoğlu kendisini Başbakanlığa kadar taşıyan Erdoğan'la, bizim bilmediğimiz çok önemli bazı konularda ters düşebildiyse,...
YILDIRIM
Akbulut gibi silik bir siyasetçi bile, karizmatik bir lider olan rahmetli Özal’a rest çekebildiyse, Davutoğlu kendisini Başbakanlığa kadar taşıyan Erdoğan’la, bizim bilmediğimiz çok önemli bazı konularda ters düşebildiyse, Binali Yıldırım da zaman içinde Erdoğan’la ters düşebilir!
Şahsen ben, Binali Yıldırım’ın düşük profilli bir Başbakan olacağı kanısında değilim.
Belki Cumhurbaşkanının doğrultusunda hareket edecek olsa da, üslubu ve kişiliği ile toplumun büyük bir kesiminin sempatisini kazanacağını sanıyorum.
Binali Yıldırım hükümetinde Alanya’nın medarı iftiharı Mevlüt Çavuşoğlu’nun yeniden Dışişleri Bakanı olması hepimizi sevindirdi.
Binali Yıldırım'ın, Davutoğlu gibi, din adamı gibi bir konuşma üslubu yerine, sıradan bir vatandaş gibi, samimi konuşmalarıyla Demirel türü bir politikacı portresi çizeceğini sanıyorum!
Davutoğlu’nun konuşmalarının en çarpıcı yanı, görevden haksız yere alınmasına karşın, partinin zarar görmemesi için, bu tür bir tavır içine girdiğini söylerken, bu durumdan üzüntü duyduğunun altını çizerken, partililere de, siz de üzüldünüz diyerek, bir anlamda bu üzüntünün kaynağını da hedef göstermiş oldu!
Çok daha çarpıcı açıklaması ise, “Demokrasi mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğim” derken de bu uygulamanın antidemokratik bir tavır olduğunu da söylemiş oldu.
Sonrasında da “Partimizin ideallerinin varlık sebebi gençlik kollarıdır. Gücün yozlaşmamasına karşı, en fazla yatırım yapmamız gereken AK Parti gençlik kollarıdır” derken, direkt olarak Erdoğan’ın güç yozlaşması içinde olduğuna vurgu yaptı.
Aslında, AK Parti Genel Başkanlığının, dolayısıyla da Başbakanlığın sancısız bir biçimde yapıldığı söylense de, Davutoğlu’nun konuşmalarının aralarındaki bu sözlerinin ve de ithamlarının yenilir yutulur cinsten olmadığı ortada.
Bu yönüyle, Erdoğan bu partide etkin olduğu sürece, Davutoğlu’nun bundan böyle partide bir yerlere gelmesi mümkün değil.
AK Parti’nin Genel Başbakanı ve Başbakan olarak bu operasyonu boşa çıkarabilir miydi ya da bu cesareti gösterebilir miydi?
Bana göre, bu gücü kendisinde görseydi, operasyonu boşa çıkaracak cesareti gösterebilirdi.
Parti zarar görmesin diye bu şekilde davrandığını söylerken de, güçsüz biri olmadığını, partiyi düşündüğünü söyleyerek de, partililerin sempatisini ve saygısını kazanmayı amaçlamış olmalı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti kurucu üyelerinin çoğuyla ve de yola çıktığı üç önemli isim, Abdüllatif Şener, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’la bile zamanı geldiğinde yollarını ayırdı.
Davutoğlu bu son konuşmasında da, her zamanki gibi, dini içeriğe ağırlık verirken, AK Partililere de, bu hareketin içinden kopmayacağını söylerken, konuşmasında da sanki yeniden partinin başına geçecekmiş gibi, parti politikalarının nasıl olması gerektiğine ve kimi ilkelere vurgu yapması da anlamlıydı.
Davutoğlu, bugün için, en azından AK Parti'nin politikalarını belirleyecek ya da etkileyecek bir konumdan oldukça uzaklaşmış olsa da, partiden ve iddialarından kopmayacağının altını özellikle çizmeye çalışsa da, tüm bu çabalarının hayalden öte gitmeyeceğini düşünüyor, en azından siyaseten AK Parti'de misyonunu büyük ölçüde tamamladığı inancındayım.
Bu durumdan şahsen memnun olduğumu itiraf etmeliyim.
İlahiyatçı Cumhurbaşkanı Erdoğan varken, bir de ilahiyatı söylem zenginliğiyle süsleyen bir Başbakan’ın bu ülkeye fazla geldiği kanısındayım.
Yeni Genel Başkan Binali Yıldırım’a gelince.
Davutoğlu akademisyen olarak, siyasetin teorik yönünde ne kadar etkili olmuşsa, Yıldırım’ın da siyasetin pratiğinde o kadar etkin olacağını söylemek mümkün.
Bana göre Davutoğlu’na göre Yıldırım, halkçı kişiliği ile çok daha sempati toplayacağa benziyor.
Sesi de müsait olmadığı için, yüksek tondan, hamasi çıkışlar yapamayacağından, devlet adamı ciddiyeti ve sıradan vatandaş gibi, çok daha gerçekçi konuşmalar ve nutuklar çekeceğe benziyor.
Bundan böyle Erdoğan, partinin politikalarını belirlemeye devam ederken, Yıldırım da icraata ağırlık vererek, Erdoğan’ın politikalarını hayata geçirmeye çalışacak.
Kongreyle ilgili birçok şey söylemek mümkün olsa da, bu konuyu derinliğine ele almak için sayfalarca yazı yazmak lazım.
Şimdilik sadece şunu söyleyebiliriz, 14 yıldır Türkiye’yi AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan olarak tek başına yöneten Erdoğan'ın, bundan sonra da, Cumhurbaşkanı olarak Türkiye’yi tek başına yönetmeye devam edeceğini söyleyebiliriz.
Yani Türkiye 'Partili Cumhurbaşkanlığı' sürecine fiilen girdi.
Kabul etsek de etmesek de, Erdoğan’ı sevsek de sevmesek de bu böyle.
'İnşallah vatan ve millet için hayırlı olur' demekten öte diyecek bir şeyimiz olamaz.