BUGÜNLERDE yeni başbakanın kim olacağı konuşuluyor. İktidar partisinden bir tek kişi bile genel başkan adayı olmuyor, çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşın sonuç alamamakla kalmayacak, bikoş, bir de hışmını çekecektir. Hiçbiri...
BUGÜNLERDE
yeni başbakanın kim olacağı konuşuluyor.
İktidar partisinden bir tek kişi bile genel başkan adayı olmuyor, çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşın sonuç alamamakla kalmayacak, bikoş, bir de hışmını çekecektir.
Hiçbiri özgür iradesini gösteremiyor ve hepsi üstün iradeye teslim olmuş durumda.
Herkesin ortak kanaati şudur: "İktidar partisi kongre yapıp geleceğin başbakanı olacak bir genel başkan seçmeyecek, fakat cumhurbaşkanının istediği kişinin, genel kurulda tek aday olarak genel başkanlığı onaylanacak ve başbakan olacaktır."
İktidar partisinin bu süreçte yapabileceği tek şey, kendilerinden istenen kişiyi onaylamaktır.
Görüldüğü gibi süreç tersyüz edilmekte, kazların tüyü yolunmakta ve adeta kuşa benzetilmektedir.
Kuralların bu kadar tahrip edildiği, yasaların bu kadar çiğnendiği ve sistemin işleyişinin böylesine oynandığı bir yerden sağlıklı bir sonuç çıkmayacağı açıktır.
Milletvekilleri, adı üstünde milletin vekilleri.
TBMM, halkı temsil eden milletvekillerinden oluşur ve ülkenin sadece Yasama organı değildir, Yürütme organı da buradan çıkar, millet adına denetleme görevi de bu meclisindir.
İşin doğası bu olsa da, TBMM'de kendisini halka karşı sorumlu sayan kaç kişi çıkar, bir düşünün?
Hemen hepsi liderlerine karşı derin bir bağlılık içindeler ve kendilerini liderlerine ne kadar yakın hissederlerse o kadar da mutlular; gerisi lafı güzaf.
Nerede kaldı milletin egemenliği, nerede kaldı "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!" ilkesi.
Ülkemizin geleceğini ilgilendiren konularda halkın hiç bir doğrudan denetim gücü yok.
Ülkemizin kaderine yön veren çıkla ve sadece partilerimizin liderleri.
Ve onların hiçbirinin en küçük bir farklı iradeye tahammülü yok, çünkü halka karşı saygıları yok, hepsi "Ne diyorsam o" dercesine, benmerkezci.
Oysa bizim "milli mücadele" dediğimiz, Türk milletinin var olma savaşında bile, bu ülke bütün gücün tek elde toplanmasına izin vermedi, Kurtuluş Savaşı'nı sivil bir meclis denetimiyle gerçekleştirdi.
Tek adama en çok ihtiyaç duyulan bir savaş döneminde dahi, Türkiye büyük millet meclisimiz, millet adına denetleme hakkını saklı tutarak, her zaman ölçülü ve sorumlu davranmasını bilmişti.
Demokrasiyle yönetilen ülkemizde, görünürde seçimler var, ancak seçimlerde belirleyici rol liderlerde ve onların dışında hepimiz "figüran" olmuşuz.
Çalamaçardak bırakılmışız, görevimiz, makamımız, sorumluluğumuz ne olursa olsun fark etmiyor, saygın bir teknokrat, saygın bir bürokrat, saygın bir vatandaş değil, fakat bir kukla yerine konuluyoruz.
İçimizden bir kısmı figüranlığa, kukla olmaya itiraz ederken, geri kalanların bundan bir sorunları da yok.
İşte ülkemizin acınacak hali budur.
Son otuz yıldır yaşayan kuklalar geçidini izliyoruz. "Anayasayı bir kere ihlal etsek ne olur" diyerek ülkemizde demokratik parlamenter sistem Turgut Özal zamanından beri çalıştırılmıyor.
Sistemin çalışmasını bilerek ve isteyerek engelliyor, sonra da sistemin tıkandığını iddia ediyoruz.
Lütfen söyler misiniz, sistemi çalıştırmayan, tıkayan kimdir?
Sistemin kendisi mi, halkın iradesi mi?
Yoksa gücü eline geçiren küçücük bir azınlığın arkası kesilmeyen keyfi müdahaleleri midir?
Millet egemenliğinin, milli iradenin, halkın gücünün tek bir kişide toplanmasının ne büyük bir tehlike olduğunun biraz olsun farkında olsaydık, hiçbirimiz geceleri uyuyamaz, hiçbirimiz geleceğe güvenle bakamaz ve hiçbirimiz rahatlık nedir bilmezdik.
Halkına saygısı ve sorumluluk duygusu taşımayan insanların "Millete bir çoban lazım, o çoban da benim!" diyenden bir farkları var mıdır?
Onlara söyleyecek bir çift sözümüz var.
Bu ülke bizim ülkemiz.
Bilinsin ki, ne sürü yerine konulmayı ne de çoban tarafından güdülmeyi kabul ederiz.
Ey Türk gençliği!
Bize yaraşan, hür ve güçlü Türkiye'nin özgür ve mutlu çocukları olmaktır.
-BİTTİ-
(DİP NOT: Bu makale 06 Mayıs 2016 tarihinde kaleme alınmıştır.)