ELİMDE rahmetli teyzeme ait, 1938-39 eğitim yılında tüm ülkede iftihara geçenlerin yer aldığı incecik bir kitap var. Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Turhan Feyzioğlu gibi yurdun dört bir yanındaki, o yılın en parlak öğrencilerin isimlerinin...

ELİMDE

rahmetli teyzeme ait, 1938-39 eğitim yılında tüm ülkede iftihara geçenlerin yer aldığı incecik bir kitap var. Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Turhan Feyzioğlu gibi yurdun dört bir yanındaki, o yılın en parlak öğrencilerin isimlerinin sıralandığı... Geleceğin Türkiye'sinde rol alacak gençleri yazan...

Bu gençlerden birisiyle, Demirel ile ilk kez radyoda, çocukluk yıllarımda tanışmıştım; dedem ve babamın parazit yapan yayını can kulağıyla dinlemek için yaklaştıkları lambalı radyoda. Sonra gazetelerde; Türkiye'nin çalkantılı yıllarında başrol oyuncusu olarak...

31 Mart 1975 yılında kurulan 1. Milliyetçi Cephe Hükümetinin başında yer aldığı tarihlerde, uzun boykot günlerimi geçirmekteydim. O yıl okulumuzdan çok masum bir genci, İzmirli Semih'i Ankara Bahçelievler durağında otobüsten indirip öldürdüklerinde faşizmin sokaktaki yüzünü de görmüştüm.

ODTÜ'deki, okuyamadığım (!) ikinci yılımda, kalmakta olduğum 2. yurttan eve taşındım. Kadere bakın ki onunla komşu oldum; komşu dediysem, ben Güniz Apt. no: 10, o ise yolun aşağısında karşı tarafta 31 numarada...

İzmir'e, Diş Hekimliği okumak için gittiğimde faşizm de peşimden geldi. Bu kez liseden ağabeyim, dünya iyisi insan, Türkiye masa tenisi şampiyonu Mustafa Sarı'yı katlettiler. Süleyman Demirel artık televizyonlardaydı. "Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz" o yılların özlü sözüdür. Artık unutulan, "İti ite kırdırıyorum" ise onun içişleri bakanı ve daha sonraları başbakan yardımcılığını yapan Faruk Sükan'a aittir ve bir kaç yıl öncesinin politikasını anlatır...

İki gün önce rahmetli olan Süleyman Demirel için neredeyse yazılıp söylenmedik söz kalmadı. Ben ise iki farklı açıdan değerlendirmeye çalışacağım.

Demirel anlaşılmamazlık üzerine cümle kurardı... Bir zeka ürünü mü yoksa halk dalkavukluğu mu içerdiği belli olmayan sözleri belirsizlik içerirdi. Muğlak, askıda kalan, her yöne çekilebilen demeçleri bir dönemin siyaset üslubu haline gelmişti. Böylece eleştiri geldiğinde, ya da olumsuz bir sonuca ulaşıldığında kendisine çok çabuk manevra olanağı sağlardı. Bu yönüyle kötü bir miras bırakmıştır..

İkinci eleştirim ise demokratlığı üstüne... Demirel rahmetli olmadan önce düşünürdüm; örneğin, uzun ömürlü olsun, Cumhurbaşkanı Erdoğan on yıl sonra olgun bir demokrasi havarisi, bir akil adam olarak karşımıza çıksa onu geçmişiyle bir bütün olarak değerlendirmeyecek miyiz? Erdoğan yalnızca en tekamül ettiği, arındığı yaşlılık yıllarına ait söylemleri, davranışları üstünden mi eleştirilecek? Ya geçmiş?

Türkiye, kendisini yönetenlerin olgunlaşma, hidayete erme süreçlerinin eğitiminin verildiği bir okul mudur? Tepkilerin ölçüldüğü bir laboratuvar mıdır? Başka ülkelerde de böyle midir? Yani o halkların liderleri de siyasi hırslarıyla, ihtiraslarıyla, hamlıklarıyla yönetime talip olup, ortalığa fil girmiş züccaciye dükkanına çevirip gittikten sonraki yaşamıyla övgüler almakta mıdır?

Peki, ya yıpranan biz, halk? Biz, Türkiye insanı hiç mi rahat yüzü görmeyeceğiz?