Rivayet gerçekleşiyor: “Aynısını yaparak ve denilir ki, derenin dibine çöken paralarla camiyi inşa ettirecektir ki cami günümüze kadar ayakta durabilecektir. Ve vakfiyesiyle birlikte yaşayabilecektir. Ve caminin şöyle bir güzelliği vardır: Dış alınlığa bakın! Dış cemaat, son cemaat yeri ahşap yapı günümüze kadar korunmuştur. Sağ ve sol taraftaki alanlar, medrese ve kütüphane olarak kullanılacaktır. Yani bir külliyedir. Kendisi için bir mezar yaptıracak, fakat burada defnedilmeyecektir. Bir sefer esnasında şehit olacak ve şehit olduğu noktada defnedilecektir.
Gazi Mehmet Paşa’nın aynı zamanda ileride hamamlarını da göreceğiz. Şehre büyük bir hamam da inşa ettirecektir. Gazi Mehmet Paşa’nın vakfiyesi çoktur. Burada mezar taşları var. Özellikle şehrin yeniden yapılandırılmasında bazı mezarlıklar maalesef bozulacaktır. Halkın yörede topladığı mezar taşlarını buraya koyacaklardır. Bir açık hava müzesine dönüştürüldüğünü göreceksiniz...
Devam ediyorum: Kutsal köprü de burasıdır. Hamamın restorasyonu yapılacaktır. 1849 yılında inşa edilen Emin Paşa Camii de TİKA tarafından restore edilecektir. Girdiğiniz yer restorasyon hâlinde; burası da, Halveti tarikatının dergâhıdır. (Prizren Halveti Tekkesi iki bölümden oluşur: Tekke ve merasim odası. Kukli Mehmet Paşa Camii’nde yatan Peder Osman tarafından 17. yüzyılda kurulmuştur.) (Halvet; zikir, düşünme amacıyla yalnız kalma hâlidir.) Burası Halveti Tekkesi diye geçiyor.
Anadolu'dan çıkıp iki farklı koldan Şeyh Şâbân-ı Velî Hazretlerini duydunuz. Kastamonu'ya gidenleriniz varsa duymuşsunuzdur. Bir de Ramazâniyye kolu vardır. Şâbâniyye ve Ramazâniyye kolu, Kuzey Afrika ve Balkan coğrafyasında 18. yüzyılın başlarında, burada, en eski olan tezgâhlardan birisidir. Bu tezgâh burada yaklaşık olarak 200 küsur yıldır devam eden bir tekkedir. Her Perşembe akşamı burada zikirler yapılır. Saat ters yönünde, kol kola girilip sessiz zikirler yapılır. Halvete girme olayı, Hz. Peygamber’in Hira Mağarası’nda beklediği sırada yaptığı ibadeti ifade eder; beklediği zamanı ifade eder.
Bu odalarda ise tekkeye hizmet vermiş olan vatandaşların, ailelerin mezarları söz konusudur. Hâlen yaşayan bir tekkedir. Tekkenin ortasında, insanoğlunun suyla iletişimini anlatan bir çeşmesi vardır. ‘Biz,’ diyor; özellikle Kur’an-ı Kerim'in su ayetinde, “Hiç şüphesiz her şeyi, canlıyı sudan yarattık.” İnsanoğlu da bir nükteden yaratılmıştır. Bir damla sudan yaratılmıştır. Fakat Âdem’in ham maddesi neydi? Çamurdandı. Fakat buradaki su nereden çıkıyor? Topraktan geliyor. Burada ana rahmi anlatılıyor. Doğuma geçtikten sonra bir çocukluk periyodu, uzunca bir yaşam periyodunu anlatan bir yol... Ve nihayetinde tekrar suyun toprakla buluşması. Yani biz, insanoğlu, topraktan geldik, toprağa gidiyoruz. Böyle bir felsefe anlayışı. Mardin'deki medreselerimizde, Kayseri'deki şifahanelerimizde de bu anlayışın hüküm sürdüğünü görüyoruz…”
Prizren’de geziniyoruz. Saat 15:00’e kadar vaktimiz var. Akdere’yi geçiyoruz. Şehrin farklı bir merkezi. Eskiden Alanya’da olduğu gibi, meydanda bir fayton müşteri bekliyor. Herkes Türkçeyi konuşuyor. Prizrenli akrabaların lokantasında her şey helal kesim. Son gelinen noktada Türkiye’de kuşku; oralarda güven var. Bakire Osmanlı Türk ahlakı ve Türk dili aynen, dolayısıyla İslam yaşatılmaktadır. Göremeyince sordum:
– Yandaki camimin ismi nedir? Özünden emin Türkçe sevdasıyla...
– “Sinan Paşa Camisi” abim!.. deyivermişti...