Kızıl Kule önündeki kayalarda yuvalanmış Deniz Kestaneleri şehri ilk terk edenler oldu. 500 milyon(!) yıldan beri oralarda olmalıydılar. Biz, soyu tükenmemiş tek alt tür olan Homo Sapiens Sapiens’in 160 bin yaşında olduğu düşünüldüğünde, şehrin asıl yerlilerinin gidişlerindeki hüzün anlaşılabilir!

 

Sonra, balık avlamak için sahillerden çıkartılan solucanlar yok oldu. Onlar da 500 milyon yıl önceki Kambriyen devrinden… Ardından giden ahtopotlar ise şehre sonradan göç edenlerden; 300 milyon öncesinin Karbonifer zamanından. Bugünlerde artık göremediğimiz deniz kaplumbağaları ise 100 milyon yıllık…

 

Daha birkaç yıl öncesine kadar Keykubat Plajının pırıl pırıl kumlarına yumurtlamak için gelen dişi kaplumbağalar, yuvalarının Homo Sapiens Sapiens’in bir alt türü(!) tarafından işgal edildiğini görüp şehri terk ediyorlar. Bu barbar alt tür, hem kumsalı işgal ediyor hem de denizin kumu gitti diye ağlaşıyor…

 

Barbar alt türün tek derdi, ranta çevrilebilecek bir deniz kenarı kazanabilmek. Onları mesela, deniz dibindeki her canlının besin kaynağı olan ve karbon depolama alanı olarak da nitelenen Deniz Çayırları’nın yok olması, hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Bu çayırları ortadan kaldıran nedenin ise, denize salınan deterjanlar ve toksik kimyasallar olduğu bir gerçek.

 

Bugünlerde Alanya üstünden göç eden kuşları görüyoruz. Birçok Alanya yaşayanının bilmediği gibi, göçmen kuşlar artık soluklanmak üzere şehre inmiyor. Çünkü onların konaklayacağı sulak ve sazlık alanları da mahvettik. Rotalarını bulmaya yarayan ormanları devletten tahsisli tarım adına talan ediyoruz.

 

Son Manavgat yangını sonrası, örneğin Ardıç Bozalağının yiyecek bulamadığı için bölgeden konaklamadan geçip gittiği söyleniyor. Bilindiği gibi yalnızca bu kuşun ağzından salgılanan enzim ile Ardıç tohumları yeşerebiliyor. Mart Ördeği, Yeşilbaş, Kaz, Leylek artık şehre uğramıyor. Yumurtlamak için güvenli bir alan arayan Sülün için de yer yok.

 

Oysa göçmen kuşlar ekolojik denge ve insan yaşamı için büyük önem taşıyor. Kuşlar, bahar aylarında böceklerin bitkiler üstünde bıraktığı yumurtaları ve larvaları yiyerek, bunlardan çıkan tırtılları kontrol altında tutuyor. Böylece hem orman varlığı korunuyor hem kıtlığın önüne geçiliyor.

 

Dünya ilginç yöntemler uygulayarak hayvanların göç yollarının kendi ülkelerinin üstünden geçmesini sağlıyor. Biz ise tam tersini yaparak, örneğin Alanya Konaklı sahilinden başlayıp Okurcalar’a kadar uzanan bölgedeki sahili, turizm adına kanunsuz barınaklar ve iskeleler ile mahvediyoruz. Özellikle balıkçıl kuşların üreme ve beslenme alanı yok edildiği için artık bu sahillerde göçmen kuş çok nadir görülüyor.

 

İş makinelerinin tarumar ettiği sahilde beslenmesi gereken Cılıbıtlar direkt Manavgat’a geçmiş. Sahil kuşları, kum kuşları da yok. Ama özellikle Konaklı boyunca bir leş yiyici olan Kara Midye varlığından bahsediliyor.

 

Özet olarak Alanya’nın, doğası ve her türlü canlısıyla bir ekosistem oluşturan yapısının korunması, dahası barbarlardan sakınılması gerekiyor. Bunun için de, hakim anlayışın içinde yer alan değil, şehrin her köşesindeki sorunu dert eden, sorumluluğunu alan bir çevreci kimlikli üst yapı gerekiyor…