Şehirde son günlerde kalite eksikliğinden bahsedilir oldu. Ama bu kez turistin niteliği(!) değil seçimle iş başına gelinen her türlü kurumunun tepesindekiler eleştiriliyor. Seçilen ya da aday olanların, şehrin ortalama insan kalitesini yansıtmadığından...

Şehirde son günlerde kalite eksikliğinden bahsedilir oldu. Ama bu kez turistin niteliği(!) değil seçimle iş başına gelinen her türlü kurumunun tepesindekiler eleştiriliyor. Seçilen ya da aday olanların, şehrin ortalama insan kalitesini yansıtmadığından yakınılıyor… Durum öyle mi?
Kaliteli oluşun, duruşun, kumaşı bence çok önceleri dokunmuştur. Hadi binlerce yıl öncesine gitmeyelim ama sorun en azından Antik Çağda nerde durduğunuzla başlar… Korsanlıkla, talanla geçinen mi; yoksa felsefeye, bilime katkı veren, mermer işleyen bir site devletinin mi mirasçılarısınız? Rönesansı ucundan tutabilmiş miydiniz? Ya Reformun yani din ve devlet işlerinin birbirinden zamanla ayrıldığı sürecin neresindeydiniz?
Doğal kaynaklarınızı, değerlerinizi egemenlere peşkeş çekerek mi bir büyüme sağladınız, yoksa dünyayı sömürerek mi? Sömürüyle ulaştığınız zenginlikle şehrinizde/ülkenizde artı değer üretmeye yarar mekanizmalar kurup, işçisiyle barış halinde olan bir burjuva sınıfı yarattınız mı? O burjuva bulunduğu bölgeyi, şehri kendi beğenisi, dünya görüşü doğrultusunda şekillendirdi mi? Yoksa dalkavukça ilişkiye geçtiği avam mı onu etkiledi, sığ yaşamına çekti?
Şehirde bir damak tadı yaratıldı mı? İnce zevkler, beğeniler oluştu mu? Sıradan oluş mu yoksa özgün değerler mi öne çıktı? Özgün oluş yeterli primi aldı mı, değer buldu mu? Sıradanlığa karşı şehirde bir karşı koyuş oldu mu? Sanata, sanatçıya ne denli prim verildi? Şehirdeki yapı blokları, kent düzeni yaşayanının ne denli gereksinmelerine uygun, estetik anlayışını temsil eder şekilde oluşturuldu?
Gelenekten ne anlarsınız? Geçmişinizi onurla yarınlara taşıma kaygısı duyduğunuz değerler, hangi zaman birimine, uygarlığa ya da çağa aittir? Ulusal, bölgesel ya da yöresel övünç kaynağı bellediğiniz değerleri koruma anlamında neler yaparsınız? Aidiyet yani bir yere ait olma duygusu size hangi değerleri korumada önceliği aldırıyor?
Şehir bilimsel temeller üstünde, felsefi değerlerin özgür tartışma ortamında mı büyüdü; yoksa dogmalarla, hurafelerle mi yönetilmeye çalışıldı? Uygar dünya ölçütlerinden sapma görüldüğünde müdahale edildi mi?
Şehir uygar, gelişen dünyadan nasıl etkilendi? Bu etkileşim genel anlamda şehrin ortaklarıyla paylaşıldı mı? Şehre sonradan göç edenlerin kendilerine göre yarattığı beğeniler, dayattığı yaşam biçimlerindeki yanlışlarla ne denli mücadele edildi? Yoksa tüm politikalar bu sığ, yavan düşünüş üstüne mi kuruldu? Böylesi daha mı kolay geldi?
Sorulardan anlaşılacağı gibi kalite zor zanaattır. Doymuş, oturmuş, aydınlanmış olmayı da gerektirir. Kalite “önemli” olma değil, “değerli” oluştur ve ne yazık ki gittikçe kıtlaşmaktadır…