Şu konuda anlaşıyoruz sanırım. Bizim halkımız drama, acıya, yoksulluğa çok çabuk tav oluyor. Daha doğrusu bütün bunlardan hoşlanıyoruz, etrafımızda görmekten zevk alıyoruz. Biz drama bağımlı bir halkız. Yoksulluğun olmadığı, herkesin...

Şu konuda anlaşıyoruz sanırım.
Bizim halkımız drama, acıya, yoksulluğa çok çabuk tav oluyor.
Daha doğrusu bütün bunlardan hoşlanıyoruz, etrafımızda görmekten zevk alıyoruz.
Biz drama bağımlı bir halkız.
Yoksulluğun olmadığı, herkesin refah içinde yaşadığı bir Türkiye düşünemiyoruz bile, düşünmek istemiyoruz.
Hep dramatizasyona yer olsun istiyoruz.
İzlediğimiz çoğu televizyon programı ve dizi de zaten halkın bu dramatizasyon açlığı sayesinde bu kadar çok reyting alıyor.
Her açtığımız dizi bir acıyı, bir dramı, itilmişliği işliyor...
Bu tür konuları işleyen televizyon programlarından da oldukça haz alıyoruz, bir de arka plana dramatik bir müzik koyduk mu reytingler tavana fırlıyor.
Türk halkı, dramı, acıyı, yoksulluğu izlemekten zevk alıyor kısacası.
Bu yüzdendir ki sokaktaki her yoksula, her dilenciye inanıyor, para veriyoruz.
Önceki gün Alanya'da iki "sağır ve dilsiz" yakalanmış ama Zabıta Amiri Mustafa Yeni'nin karşısında bir anda bir mucize sonucunda dilleri açılmış, duymaya başlamışlar.
Teknik olarak Zabıta Müdürü Mustafa Yeni'nin hastaları bir dokunuşta iyileştiren Hz. İsa'dan çok büyük bir farkı yok anlaşılan (!)
Halk bu insanlara para verirken, yiyecek alırken, kandırıldığını düşünmüyor mu?
Düşünüyor elbette ancak dediğim gibi halk bu tür insanlara yardım etmekten zevk alıyor.
Hem onların çektiklerini kafalarında televizyonlarda gördükleri gibi drama dönüştürmekten, hem de onlardan daha "küçük" birilerine yardım etmekten.
Kısacası, dilencilere yardım etmek çoğu kişinin egolarını tatmin etmek için yaptığı bir çok şeyden sadece birisi.
Yoksa mantığı olan herkes yüzde doksanının yalan söylediğini anlayabilecek güçte.
Yani neymiş?
Kendimizi tatmin etmek için, bilerek ve isteyerek dilencilere kanıyormuşuz.
Yoksa kimse bu derece mantıksız değil açıkçası.