Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 09.05'de Dolmabahçe sarayında ebediyete intikal etmişti. Ben o zaman ilkokul 4. sınıfta okuyordum. O tarihte değil televizyon, radyo bile yoktu. Her türlü iletişim PTT Müdürlüğü'nün telefon...
Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 09.05’de Dolmabahçe sarayında ebediyete intikal etmişti. Ben o zaman ilkokul 4. sınıfta okuyordum. O tarihte değil televizyon, radyo bile yoktu. Her türlü iletişim PTT Müdürlüğü'nün telefon ve telgrafı ile sağlanıyordu. Saat öğleye doğru idi, Allah rahmet eylesin, sınıf öğretmenimiz İbrahim Bezircioğlu, yaşlı gözlerle, hıçkırıklar içinde sınıfa girdi ve “Çocuklar Atatürk’ümüz vefat etmiş” der demez tüm sınıf öyle bir hıçkırık içine girdi ki, sevgili öğretmenimiz artık bizi teskin etmek için var gücüyle çırpınmaya başladı. Meğer, Kaymakamlığa telgraf gelmiş ve Kaymakam da tüm okullara ve diğer birimlere duyurmuş. Aradan 73 yıl geçmesine rağmen, sınıfımızın o günkü hıçkırıklarını unutamıyorum. Sanki, dün olmuş gibi bir heyecanı içimde hissediyorum kendimi. Bu kısa anımdan sonra Atatürk’le ilgili bazı enstantaneler sunacağım.
Atatürk, 19 Mayıs 1919'da Samsun’a ayak bastıktan sonra, Erzurum Kongresi'ni yapmış, Sivas’a gelmiş, kongre çalışmaları için gece gündüz, gaz lambası ışığında çalışıyordu. Bu sırada bazı hain kişiler, halk arasında şöyle bir rivayeti ileri sürüyorlardı; "Padişahın ona lise binasından çıkmasını emretmiş, baskın yapılacakmış, yakalanıp asılacak" şeklinde halk içinde korku yaratıyorlardı. Atatürk’ün hizmetini, Sivaslı, temiz ruhlu bir genç yapıyordu. Bu gencin babası, sık sık okula geliyor ve oğluna; "Etme, eyleme, evine dön, bu gün yarın şehir basılacak, Mustafa Kemal ve arkadaşları yakalanacak, onlar her şeyi göze almışlar, sen aileni düşün" diyordu. Atatürk bu geliş gidişin farkına varınca delikanlıyı yanına çağırdı ve sordu: "Sık sık sana gelen kimdir? Baban, ne istiyor?" Delikanlı her şeyin anlatınca, o zaman Atatürk ona doğru biraz daha ilerledi, elini omzuna koydu ve dedi ki: "Hizmetinden memnunum, fakat baba hakkı büyüktür. Madem ki razı olmuyor, git, fakat babana söyle ki, VATAN elden giderse evladın ne hükmü kalır?" Bir işi başarmak için evvela o işi başarmak için inanmak şarttır. İstiklal savaşının başladığı sırada Atatürk’e dediler ki, "Nasıl mümkün olur, ordu yok", hemen cevap verdi; "Yapılır!" "İyi amma bunun için para lazım, o da yok”, “Bulunur!” "Diyelim ki bulduk, düşmanlarımız hem büyük, hem de çok!” İşte cevabı; "Olsun, yenilir.” Nitekim yoktan yeni bir ordu teşekkül edildi ve o çok ve güçlü sanılan düşman 26 Ağustos 1922 taarruzu ile tarumar edildi ve 9 Eylül'de denize döküldü.
Savaş kazanılmış, Cumhuriyet kurulmuş, ülkede bir çok inkılaplar yapılmış, Atatürk vatandaşların nabzını yoklamak, onların dileklerini yüz yüze görüşmek amacıyla sık sık yurt gezileri yapıyordu. Haziran 1926'da Bursa, Balıkesir ve İzmir taraflarına bir gezi düzenlendi. Gazi Ankara’dan uğurlandı. 14 Haziran'da İzmir’e vasıl olacaktı. "Su uyur, düşman uyumaz" derler, Atatürk’ün inkılaplarını beğenmeyen bazı hainler İzmir’de bir suikast düzenliyor. Suikastı yapanları motoru ile Sakız adasına kaçıracak İzmirli Şevki ile anlaşmışlardı. 14 Haziran'da İzmir’e gelmesi beklenen Gazi, o gün gelmedi, Motorcu Şevki bu işin sonunda asılmakta olduğunu düşünerek, Emniyet Müdürlüğüne giderek bildiklerini anlattı. Suikastın elebaşı Ziya Hurşit ve arkadaşları kaldıkları otellerde suikast aletleri ile yakalandılar. Motorcu Şevki hariç diğerleri ve daha pek çok kişi idam edildiler. Atatürk, o zaman Türk milletine şu bildiriyi yayınladı: "Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan ilham alan prensiplerimizin, bir vücudun ortadan kaldırılmasıyla yok olacağını sananlar çok boş beyinli zavallılardır. Benin naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacak, Türk milleti uygarlık yolunda duraksamadan yürümeye devam edecektir."
Türk milleti her güçlüğü yenerek muasır medeniyete ulaşacaktır. Ben yaşlı bir yurttaş olarak buna inanıyor ve bekliyorum. Parlak yarınlara doğru uygun adım marş marş…