Üretim araçlarının gelişmesi, insanların yerleşik düzene geçmesini kolaylaştırmıştır. Üretim araçları yeni oluşan egemen güçlerin eline geçtikçe insanların Tanrı anlayışı da değişime uğrar. Çok Tanrılı inanıştan tek Tanrı'ya...

Üretim araçlarının gelişmesi, insanların yerleşik düzene geçmesini kolaylaştırmıştır. Üretim araçları yeni oluşan egemen güçlerin eline geçtikçe insanların Tanrı anlayışı da değişime uğrar. Çok Tanrılı inanıştan tek Tanrı'ya geçiş aynı zamanda kültürel dönüşümün sonucudur. Din ve siyaset; toplum bilimi olan sosyolojinin alan çalışmaları konusudur. Sözlüklerde; siyasetin anlamı "devletin geleceğini planlama sanatı" ise, din de toplumları "Kutsal varlıklara ve Tanrı'ya inanmayı sistemleştiren toplumsal" bir kurum diye tanımlanıyor. İşlev olarak din de, siyaset de toplum üzerinde baskı kurmayı kendine görev kabul eder. İşte varsılın yoksul üzerindeki baskı nedeni budur. J.P. Sartre’ın sözü “Siz, egemenin gücü altındaki bir din adamının ezildiğini, hiç gördünüz mü?” sorusu ilginçtir. Sözün özü; din araçtır, karşınızda düşman varsa ve din silahsa bunu kullanın. Kara yobaz, haklı olarak bunu yapıyor, egemen de yapıyor; siz de yapın. Ancak; inançla dini karıştırmayın. Geçen yazımda; ibadetin zaman, mekan ve şeklinin önemli olmadığını belirtmiştim. “Dinin siyasete alet” gibi bir söylem gerçekle uyuşmamaktadır. Türkiye’deki solun algılamakta zorlandığı nokta da budur. Sayın Kılıçdaroğlu kurultay sonrası; “Fethullah Gülen cemaatinin siyasete alet olduğuna dair kanaat hissetmedim” diye bir açıklama yaptı. Uyuma sayın başkan; siz hiç bu kadar büyük coğrafyada örgütlenmiş bir yapılanma gördünüz mü? Toplumlara yön vermek siyaset değil midir? Hıristiyanlık olsun, Müslümanlık olsun; neden tarikatlara bölünür gider? Egemenin dinleri araç olarak kullanmasında şaşılacak ne vardır? Tarih; sıkça, olmayan din savaşlarından bahseder. Oysa tüm savaşların nedeni ekonomiktir ve egemenlik çabalarından kaynaklanır. Haçlı seferlerini de din savaşları olarak görürler. Oysa bu seferler; kiliseyi kandıran kralın doğunun zenginliklerini batıya taşıma çabalarıydı. Din sadece bir bahaneydi. ABD Başkanı Irak Libya çizgisindeki Müslümanlara saldırırken “haçlı” sözünü yumurtlayıverdi. Düzeltmek; Strazburg’da “Haçlı Seferleri, 2 kültür, 2 medeniyet, 2 din çatışması değil, aynı zamanda kültürlerin etkileşim ve birbirini tanıma tarihidir” diye; bizim lidere kalıyor! Ben de Başbakan gibi düşünüyorum; “Müslüman’dan terörist olmaz”. Müslüman ipek gibi adamdır; kalbi sevgi doludur. Tıpkı Yunus gibi, Mevlana gibi, Hacı Bektaşi Veli gibi, tanıdığım bazı büyüklerim gibi… Ama kimse dile getirmiyor; esas kavganın varsıl yoksul kavgası olduğunu. Olayların odağındakiler hep yoksul ülkeler. Dinler; savaş için, hep varsılın bahanesidir. Eskiden farklı düşüneni “komünist” diye suçlarlardı. Ortada komünist kalmayınca farklı olanı “laik” diye aşağılamaya kalktılar. “Hem laik hem Müslüman” olunmaz dediler. Halk laikliğin dinsizlik olmadığını gördü. Yeni bir hakaret bulunmalıydı ve “ulusalcı” kavramında buluştular. Bir cinayetin faili olarak ulusalcılar işledi tahmini de geri tepti; çünkü son günlerde MHP ulusalcı politikalar izlemeye başlamıştı. Son numaraları insanın küçük dilini yutturacak cinsten; PKK’yı “Kemalist” yaptılar! Pes doğrusu…