ANADOLU…

Üzerinde sayısız medeniyetin yükselip battığı, tarihin her döneminde stratejik öneme sahip olmuş bu kutsal topraklar, adeta bir açık hava müzesidir.

Hititlerden Friglere, Lidyalılardan Perslere, Helenlerden Romalılara, Bizans'tan Selçuklulara ve Osmanlı'ya uzanan bu kesintisiz medeniyetler silsilesi, Anadolu'nun sadece coğrafi bir konumdan ibaret olmadığını, aynı zamanda insanlık tarihinin laboratuvarı olduğunu gösterir. Ancak bu zenginlik, aynı zamanda büyük bedellerin ödenmesine de neden olmuştur. Zira bu coğrafya, tabiatı gereği hata kabul etmez.

Anadolu'nun kadim medeniyetlerinin yükselişi, genellikle verimli toprakları, su kaynaklarının bolluğu ve ticaret yollarının kesişim noktasında bulunmasıyla ilişkilidir.

Hititler, demiri silah olarak kullanmışlar imparatorluklarını kurmuş, Mısır ile tarihin ilk yazılı antlaşması olan Kadeş Antlaşması'nı imzalamışlardır.

Frigler tarım ve hayvancılıkla, Lidyalılar ise parayı icat ederek ticarette çığır açmışlardır. Her biri kendi döneminde eşsiz bir kültürel ve ekonomik yapı inşa etmiş, insanlığa miras bırakmışlardır. Ancak bu yükselişler, beraberinde dış saldırıları, iç çekişmeleri ve çoğu zaman da kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan zaafları getirmiştir.

Bir medeniyetin yıkılışı, tek bir nedene bağlanabilecek basit bir süreç değildir.

Genellikle ekonomik sıkıntılar, sosyal eşitsizlikler, siyasi istikrarsızlıklar, dış tehditler ve doğal afetler gibi bir dizi faktörün bir araya gelmesiyle gerçekleşir.

Örneğin, Roma İmparatorluğu'nun Anadolu'daki varlığı, dış güçlerin akınları, ekonomik bunalımlar ve yönetimdeki zafiyetler nedeniyle zayıflamış; yerini zamanla Bizans İmparatorluğu'na bırakmıştır.

Bizans da aynı kaderi paylaşmış, Haçlı Seferleri'nin yarattığı tahribat, iç karışıklıklar ve nihayetinde Türk akınları karşısında direncini kaybetmiştir.

Selçuklu Devleti'nin Anadolu'daki yükselişi, bölgeye yeni bir dinamizm getirmiş, İslam medeniyetinin izlerini bu topraklara kazımıştır. Ancak Moğol istilası, Selçuklu'nun gücünü kırmış ve Anadolu'da beyliklerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Bu beyliklerden biri olan Osmanlı, kısa sürede büyüyerek cihan imparatorluğuna dönüşmüş ve Anadolu'yu yeniden birleştirici bir güç olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu da ihtişamlı dönemlerinin ardından, dış baskılar, iç çalkantılar, sanayi devrimine ayak uyduramama gibi nedenlerle zayıflamış ve nihayetinde Birinci Dünya Savaşı ile tarih sahnesinden çekilmiştir.

Osmanlı'nın küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti ise, Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde, Anadolu'nun "hata kabul etmez" doğasını bir kez daha kanıtlamıştır. Yüzyıllardır süregelen mücadele, direniş ve yeniden doğuş geleneği, Kurtuluş Savaşı'nda doruk noktasına ulaşmıştır. Bu topraklar, üzerinde yaşayanların hatalarına asla müsamaha göstermemiş, ancak aynı zamanda direnenlere ve azmedenlere de her zaman yeni bir başlangıç fırsatı sunmuştur.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu'nun bu kadim mirasını taşıyan, geçmişten dersler çıkararak geleceğe yürüyen bir devlettir.

Bu coğrafya, dün olduğu gibi bugün de dikkatli olmayı, birliği korumayı ve doğru adımlar atmayı gerektirmektedir. Zira tarih, Anadolu'da yapılan her hatanın bedelinin ağır olduğunu bize defalarca göstermiştir.

Bu nedenle, geçmişin ışığında, geleceğe sağlam adımlarla ilerlemek, bu toprakların bize yüklediği en büyük sorumluluktur...

Esen kalın...