Türkiye’nin gözbebeği olan Akdeniz Bölgesi, bu yıl yaz sezonunu ne yazık ki yine “tatil cenneti” olarak değil, “iklim cehennemi” olarak geçirdi.

Her yıl “bu yaz daha sıcak” diyoruz, ama sıcaklıktan ziyade kuraklık, yangın, su krizi, yaz mevsiminin vazgeçilmez parçaları oldu.

Sıcaklıklar normalin çok üzerinde seyretti; Akdeniz Bölgesi 50 dereceleri geçti. Bu sıcaklıkların artık “olağanüstü” değil, “alışılagelmiş” kabul edilmesi gerektiği çok acı bir gerçek.

Ancak sadece sıcaklıkla sınırlı değil sorun. Haziran ve Temmuz aylarında Akdeniz kıyıları, çok sayıda orman yangınına sahne oldu. İzmir, Muğla, Antalya, Mersin, Çanakkale gibi bölgelerde binlerce hektar orman yok oldu. Alevler yerleşim yerlerine kadar dayandı, bazı köyler tahliye edildi. Yetersiz ekipman, geç müdahale, koordinasyonsuzluk gibi sorunlar yine gündemdeydi. Umarın seneye yerlerinde ağaç yerine oteller bitmez. Her yıl aynı filmi izliyoruz, ama kimse senaryoyu değiştirmiyor.

Peki ya turizm? İlk bakışta oteller dolu gibi görünse de, sektörün içinden gelen raporlar ve gözlemler durumun pek de iç açıcı olmadığını gösteriyor.

Aşırı sıcaklar,aşırı pahalılık, kalitesiz hizmet, yangın tehdidi nedeniyle tatilcilerin büyük bölümü sahillerden kaçıp daha serin bölgelere ya da yine yurtdışına yöneldi. Çünkü insanlar artık rahat nefes alabilecekleri yerler, ucuz ve iyi hizmet arıyor.

Akdeniz’in yaz turizmi geleceği, şimdiden sorgulanır hale geldi.

Yaz sezonu boyunca yaşanan bu gelişmeler, aslında sadece doğanın değil, bizim sistemimizin de yandığını gösteriyor. Plansız yapılaşma, kıyı yağmaları, doğaya karşı sorumsuz turizm yatırımları, kısa vadeli kâr hırsı…

Tüm bunlar birleşince ortaya çıkan tablo kaçınılmaz oluyor. Üstelik bu yılki krizler, gelecek yılların habercisi.

O halde soru şu: Hâlâ "her şey yolunda" gibi davranmaya devam mı edeceğiz, yoksa gerçeklerle yüzleşip şu meşhur “yapısal önlemleri” mi
alacağız?

Yerel yönetimlerin, merkezi idarenin, işletmelerin ve en önemlisi vatandaşların zihniyet değişimine ihtiyacı var.