Serimizin 2. bölümünde ABD’den sonra söz verdiğim üzere genel bir Avrupa son çeyrek değerlendirmesi ile devam ediyorum.

2025’in son çeyreğinde Avrupa piyasaları, düşük büyüme – yüksek maliyet ikilemiyle karşı karşıya. Almanya’daki sanayi üretimi zayıf seyrediyor; Fransa ve İtalya’da hizmet sektörü göstergeleri yavaşlıyor. Enerji fiyatlarında yeniden yukarı yönlü gelişen hareketler, maliyet enflasyonunu ayrıca bir tur daha canlandırabilir.

Döviz cephesinde, bu günlerde yeniden Dolar Endeksi’nin (DXY) 100’ün üzerine çıkması yani Euro’nun zayıf seyri ihracatçı firmaları destekleyebilir. Tabii dolar böyle yüksek seyretmeye devam ederse. (bizdekinin aksine… Bizi konuşurken onun da üzerinden geçeriz.)

Diğer yandan yatırımcılar, jeopolitik riskler ve ABD’deki faiz dinamiklerini yakından izliyor. ABD ve Çin arasındaki yüksek gerilimin bir parça da olsa hafiflemesini kimsenin sürdürülebilir gördüğünü sanmıyorum.

Avrupa Merkez Bankası (ECB), 2026 itibarıyla faiz indirim döngüsünün eşiğinde bulunuyor. Enflasyondaki yavaşlama, ekonomik durgunluğun derinleşmesiyle birlikte faizlerde gevşeme beklentisini artırıyor. Ancak ECB, Fed’e kıyasla daha kırılgan bir zeminde hareket etmek zorunda. Zira Avrupa ekonomisi yapısal olarak enerji bağımlı ve dış talebe duyarlı. (Burada bize benziyorlar sanki) Lagarde yönetimi “kademeli gevşeme” stratejisi izlemeyi tercih edecek gibi duruyor.

Yatırımcılar açısından, faiz indirimi Avrupa hisselerinde kısa vadeli fırsatlar yaratabilir. Ancak uzun vadede getiri arayışında ABD tahvilleri hâlâ cazibesini koruyor.

Bu tablo, Euro’yu zayıflatırken riskli varlıklardan çıkışı hızlandırabilir.

Kamu maliyesi desteği artmadıkça büyüme ivme kazanamayacaktır.

Ayrıca küresel ticaret akışlarındaki yavaşlama, Avrupa ihracatçılarını olumsuz etkiliyor. Bu nedenle yatırımcılar Avrupa piyasalarında daha temkinli duruş sergilemekte.

Kısacası, Avrupa’nın büyüme sorunu, yapısal dönüşüm ihtiyacıyla iç içe geçmiş durumda. Söz konusu Avrupa olunca önceki tecrübeler ile sabit olan şu: Eğer bir yapısal bozulma var ise ya da yapısal bir dönüşüme ihtiyaç duyulduysa, bu yapısal bozulma ile çok hızlı bir mücadele içine giriyor ve çözmeden bırakmıyorlar. Hatta öyle ki sorun her ne ise hayat memat meselesi haline geldiğinden toplumsal bir hafıza devreye giriyor ve travmalar tetikleniyor. (Bakınız Almanya’nın enflasyon korkusuna)

Daha düşük fakat sürdürülebilir büyüme, teknoloji ve yeşil dönüşüm yatırımlarında hızlanma, işgücü piyasasında nitelik odaklı dönüşüm, enerji bağımsızlığında ilerleme bu yapısal reformların ana başlıklarını oluşturacaktır diye düşünüyorum.


Ancak riskler de masada. Asla son bulmayan jeopolitik gerilimler, ticaret savaşları olasılığı, finansal piyasalarda beklenmedik şoklar ve iklim değişmesi kaynaklı özellikle gıda arzında yaşanabilecek olumsuzluklar öngörüleri zorlaştırıyor.

Şimdilik burada noktayı koyuyorum. Ve bir sonraki yazım Türkiye Ekonomisi değerlendirmesi olacak. Kalın sağlıcakla.