2002 Kasımında tek başına iktidar olan AK Parti, öncelikle genel başkanı R.Tayyip Erdoğan'ın yüksek seçim kurulunun kararı gereğince meclise girememesi sorunu ile karşı karşıya geldi. 3 ay partinin genel başkanı dışarıda kaldı....

2002 Kasımında tek başına iktidar olan AK Parti, öncelikle genel başkanı R.Tayyip Erdoğan’ın yüksek seçim kurulunun kararı gereğince meclise girememesi sorunu ile karşı karşıya geldi. 3 ay partinin genel başkanı dışarıda kaldı. Ne ise ki, CHP’nin olumlu davranması sonunda anayasada yapılan zorunlu değişiklik sonunda Siirt’te yapılan yenileme seçiminde milletvekili seçilerek böylece bir garabet halledilmiş oldu. R. Tayyip Erdoğan, parti genel başkanı olması hasebiyle, Başbakan Abdullah Gül’ün istifası ile boşalan başbakanlığa atandı. Parti, ülkenin ve milletin sorunlarının halli için kollarını sıvaması gerekirken, koalisyon hükümetinin önüne koyduğu ekonomik krizle ve bankalar sorunu ile karşı karşıya kaldı. Bilindiği gibi, bankalar el değiştirmiş, el çabukluğu ile içleri boşaltılmıştı. Burada, kimlerin bankaları boşalttığı, kimlerin bu paraları nasıl dış ülkelerde korumaya aldığını açıklamak istemiyorum. Gereği de yok. Ancak, bu kişilerin ne kadar güçlü olduğunu, ellerindeki yazılı ve sözlü basın aletleri ile, şimdiye kadar iş başına gelen iktidarları sindirdikleri de bir vakıadır. İşte, AK Parti hükümetleri, başbakanın dirayetli oluşu, her olay karşısında dik duruşu, hiçbir kişi veya kuruluştan çekinmeyerek üstüne gitmesi sonunda bankalar gaspçılarından kurtarıldı ve bu sektör rahatça ve yasaların verdiği yetki çerçevesinde işini yapabilir duruma getirilmiş oldu. Finansal durum rayına oturdu derken ve yeni ufuklara yelken açılacak derken, Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in görev süresi sona erdi ve yeni cumhurbaşkanının seçimi gündeme lök gibi oturdu. Mecliste AKP’nin 360 milletvekili var ve cumhurbaşkanlığı seçimine yeterli derken, eski bir Yargıtay başsavcısı Sabih Kanatoğlu, meclisin toplanması için 367 üye gerekmektedir diye bir öneriden bahsetti, bu öneriyi CHP anayasa mahkemesine götürdü, mahkeme de el çabukluğu ile öneriyi aynen kabul etti ve Abdullah Gül’ün seçimi bir süre engellenmiş oldu. Bu hususun halli yeni bir seçimi gündeme getirdi ve 22 temmuz 2007’deki seçimde de AKP yine tek başına iktidar oldu, Abdullah Gül de yeni meclis tarafından Cumhurbaşkanı seçildi.Artık işler rayına oturdu derken, bu kez Başsavcı Kanadoğlu, partinin kapatılması için Anayasa mahkemesine dava açtı. Dava sonunda kritik bir oylama sonunda parti kapatılmaktan kurtuldu. Daha bitmedi. TSK’nın bir kısım general ve subaylarının ihtilal hazırlığında olduğu tespit edildi. Ergenekon davası sürerken, başka başka hazırlıklar yapıldığının kanıtları ve delilleri ele geçirildi, böylece yeni yeni davalar açıldı. Şu hususun bilinmesinde yarar var. Yukarıdan beri kısaca özetlediğim olayların hepsi de şu 10 yıllık süre içinde oldu. Bu kadar olayların olduğu bir devirde iş yapmak mümkün olabilir mi? Hükümet hem bu işlerle mücadele ederken diğer taraftan, hem PKK ve KCK ile dağda ve kentlerde savaş verirken, diğer tarafta duble yollar, otobanlar, hızlı tren yolları, hava meydanları, barajlar, resmi binalar vs. inşa etmekte iken bir de devletin halkına olan borçlarını yani KEY ödemelerini yerine getirmiştir. Şimdi de, tozlu raflardan dosyaları indirerek, mağdur olmuş eski emeklilerin intibakını yapmak için yoğun çalışmalara başlanılmıştır. Muhalefet ve basın olaylara her halde dürbünün tersi ile bakmakta, dolayısıyla olayları hep küçük görmekte, dolayısıyla iktidara ver yansın etmektedir.

Türkiye, büyük bir değişim geçirmektedir. AB kriterlerine uyum sağlamak için yasalar yenilenmekte, bireyin her türlü hal ve hareketi yasalarla koruma altına alınmaktadır. Yani önce devlet değil, önce millet dikkate alınır duruma gelinmektedir. Bütün, kavga, gürültü, eski alışkanlıklar yüzünden olmaktadır ama atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. Halk uyanmış, yapılanların kendisi için yapıldığı bilincine varmıştır. Kim arabanın tekerleğine takoz koyarsa vay haline. Herkes bu gerçeği bilmek zorundadır, aksi halde Türk milleti ne yapacağını biliyor. Bunun yansımasını önümüzdeki yerel seçimlerde görürüz. Başbakan Erdoğan’a Slovakya’da “Uluslararası Ortadoğu ve Balkanlar Araştırma Enstitüsü” tarafından ‘Son 10 Yılın Dünya Şahsiyeti’ ödülü verildi.