Şeriat tehlikesinden söz edilerek, topluma korku salınmaya çalışılıyor. Türkiye'ye şeriat gelir mi? Türkiye'de din istismarına dönük bir sürü yapılanma gündeme gelebilir, toplum dünyevi gerçekler yerine uhreviyata belli ölçülerde...

Şeriat tehlikesinden söz edilerek, topluma korku salınmaya çalışılıyor. Türkiye’ye şeriat gelir mi? Türkiye’de din istismarına dönük bir sürü yapılanma gündeme gelebilir, toplum dünyevi gerçekler yerine uhreviyata belli ölçülerde de olsa yönlendirilebilir ama bu ülkeye şeriat rejimi hiçbir zaman gelmez, gelemez! Bu ülkede yaratılmaya çalışılan tek şey toplumu belli parayonalarla korkutmaktan başka bir şey değil.

İmam Hatip Liselerinin önünün açılarak yaygınlaştırılmasından, türbanın modaya dönüştürülmesinden ve de devlet adamlarımızın eşlerinin türbanla ülkemizi dışarıda temsil etmesindeki görüntünün Türkiye’nin imajını, bambaşka çizgilere taşımasından ben de rahatsızlık duyuyorum ama bunun bir şeriat rejiminin ayak sesleri olduğu iddiasına kesinlikle katılmıyorum. Türkiye’de hiçbir zaman Laik bir yapının oluşmadığını, bugün de, Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesine bakıldığında ve de devlet eliyle gençlere değil küçük yaştaki çocuklara din eğitimi verilerek, gelecek kuşakların belli dogmaların kucağına itildikleri bir ülkede yaşıyoruz. Osmanlı İmparatorluğunda bile padişah, yürütmenin başında, hem egemen tek güç, hem de halife olarak en güçlü dini figür olduğundan, oy kaygısı da bulunmadığı için, din ya da inançlar bu denli istismar edilmiyordu.Bugün öyle mi?Siyasilerimizin özellikle de liderlerimizin, dini vecibelerini yerine getirmeleri bile ekranlara taşınıyor. Çok daha vahimi, laikliği dilinden düşürmeyen, türbana karşı çıkan ve çağdaşlıktan söz eden bir siyasi yapı, kara çarşaflılara parti rozeti takma çelişkisinin saçmalığını bırakın komikliğini sergileyebildi!Bu ülkede bazı siyasiler hala özellikle de sözde Cumhuriyetin hamisi gibi yaygara koparanların, darbeleri ve darbecileri savunması hatta darbe yapmakla itham edilerek yargılananları meclise taşıyarak onların yargılanmasını önleme çabasında bulunanların, demokrasiden ve de çağdaş anlamda, laik, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayalı bir cumhuriyet için uğraştıklarını iddia etmek mümkün mü?Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, bir gün, bir tutumu ya da çıkışıyla bize umut pompalarken, bir başka gün bir çıkışıyla umutsuzluk yaratabiliyor.Siyaset arenasında, özellikle de ilkesel anlamda bu denli gel-gitler olamaz.Demokrasinin en büyük zaafı, siyasetçilerin oy kaygısıyla yatıp kalkmalarına neden olmasıdır.Bir siyasetçi, oy kaygısına bu denli yoğunlaşırsa, ilkesel davranmaktan özellikle uzaklaşır ve halk dalkavukluğuna dayalı bir anlayışla popülizmin batağına saplanıp kalır ve siyaseten mevta olmaktan kurtulamaz. Sayın Çiller’in üç anahtar masalı ve bazı siyasilerin seçmene olmayacak vaatlerde bulunup bir dönem fazlaca oy alıp, sonrasında da siyaset sahnesinden silinip gittikleri unutulmamalı.

Çok daha önemlisi, liderlerin birbirlerini yok etmeye dönük uzlaşmaz tavırları ve kavgalarının ne sonuç verdiğini Tansu Çiller-Mesut Yılmaz örneğinde gördük.

Teröristlerle dağda kucaklaşma cesaretini bile gösteren BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması gündemdeyken, buna bile karşı çıkmaya çalışılacağı mesajını veren CHP Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’ye ve Cumhuriyet Bayramı'nda askerlere ve bürokratlara dönük "Cumhuriyeti siz koruyamadınız, biz koruyoruz" deme aymazlığını sergileyen CHP İstanbul İl Başkanı'na ne denebilir ki?– DEVAMI YARIN -