Televizyondaki hava tahmin raporunu dinleyen babam, 'Vay canına, ben yıllardır Alanya'yı Batı Akdeniz'de bellerdim, meğer biz Doğu'daymışız” demişti… İtiraf etmek gerekir ki, babamdan farklı olarak, bilgiye kolay ulaşılan...

Televizyondaki hava tahmin raporunu dinleyen babam, “Vay canına, ben yıllardır Alanya’yı Batı Akdeniz’de bellerdim, meğer biz Doğu’daymışız” demişti… İtiraf etmek gerekir ki, babamdan farklı olarak, bilgiye kolay ulaşılan bir çağda yaşamama rağmen ben de yönümü geç saptamıştım!
Oysa ninem Kenan’ın ünlü şehirlerinden Lübnan’dan gelinlik alışverişini yapmıştı… Yine Alanyalılar mavnalara doluşarak İstanbul’a değil ama deniz yoluyla Doğu Akdeniz’e açılıp Kırıkhan’a diş yaptırmaya gitmişlerdi… Bir taş atımı uzaklıkta olan karşı kıyıdaki İskenderiye ile, binlerce yıl öncesine dayanan ilişkiyi daha saymadım bile…
Tarihsel fettan Kleopatra Akdeniz’de metresleriyle fink atarken, Alanya’ya mutlaka uğramış olmalı… Haçlı seferleri sırasında gemileriyle İstanbul’a uğrayan Kuzey’in Vikingleri, Kudüs’ü fetih yolunda Alanya’ya sapmamış olabilirler mi? Denizdeki varlığı kayıtlarda geçmeyen Selçuklu, 1227 yılına tarihlenen tersanemizi deniz ticaretini elinde tutan Venediklilerin siparişi üzerine yaptırmış olmasın?
Ama olmamış, bunca geçmişe rağmen Akdenizli olamamışız… Belki de coğrafi konum olarak iki arada bir derede kaldığımız, çağın etkin kültürleriyle iletişim kopukluğu yaşadığımızdan Akdenizlilikten uzak kalmışız…
Doğu Akdenizli “damıtılmış” anlamına gelen Arak kelimesini kullanmış Rakı için… Fransız Pastis demiş ama suyla buluşturunca beyazlaştırmamış! Uzo’yu biliyoruz, komşu kullanıyor. İtalyanların Grappa’sında üzüm kullanılmış anason yerine ama tadı benzer kalmış… Bize ise bugünlerde zehir etmekteler bu güzel içkiyi!
Şehrinde Palmiyenin Hurma türünü, narenciyeyi kullanmış peyzaj bitkisi olarak. Çam ağaçları göğe çıkmış. Hardal sarısı, kiremitli çatılı evlerin küçük balkonlarını ferforje demirler sınırlamış.
Akdenizli balıkçılık yapmış; denizin dibini silip süpürmeden… Derme çatma bile olsa, teknesiyle keyif çatmış… Oltasını atmış dingince, tuttuğu ahtapotu biraz da gösteriş için dakikalarca taşa çarparak yumuşatmış… Bayramlarını, şenliklerini denizde gerçekleştirmiş…
Denize girmiş yerli halk, denize girme kültürünü oluşturmuş. Akşam üstleri, biz diyelim Kordon onlar desin Kornij’de salınarak yürümüş hanımlar, beyler… Beyaz keten giysiler, hasır şapkalar, kasketleri halkın her kesimi kullanmış. Açık hava sinemaları; kuzeylilerin bilmediği bir Akdeniz eğlenceliği…
Siesta alışkanlığı yani yıllarca öncesindeki Alanya Hükümet caddesi esnafının, öğle arasında dükkan önlerinde bez şezlonglarda kestirmesi… Güvenlikli ortamlar, hırsız uğursuz yok şehirde… Şimdilerin Citta Slow “Dingin Şehir” adıyla yeniden yaratmaya çalıştıkları kavram; şehrin kendi dinamikleriyle doğayı bozmadan, azmadan(!) kudurmadan sürdürmeye çalıştığı yaşam…
Olmamış, belki şehrin önde gidenleri belki de başka odaklar şehirde Akdenizli yaşamı hakim kılamadıkları ya da onun en naif bölümünde takılıp kaldığı için şehri “Torosların ötesinden” gelenler teslim almış. Onlar şekillendirmişler geleceği…
Sorun burada; sen aidiyetini, kimliğini nereye bağlayacağını bilememiş, Akdenizli olmayı becerememişsen burnu iyot kokusu almamışların dayatmasına mahkum kalırsın… Eğer anlıyorsan…