Şeker Bayramı sonrasında, Alanya'nın yerli turistler tarafından neredeyse işgal edildiğine dair medya ve sosyal medyada yazışmalar okudum. İletilerde, isim vererek özellikle Konyalılardan yakınılıyordu! Özetle, Alanya'ya komşu vilayet...

Şeker Bayramı sonrasında, Alanya’nın yerli turistler tarafından neredeyse işgal edildiğine dair medya ve sosyal medyada yazışmalar okudum. İletilerde, isim vererek özellikle Konyalılardan yakınılıyordu!
Özetle, Alanya’ya komşu vilayet kuşağının, bilhassa erkekleri(!)arabalarına atlayıp, hemen bayram sonrası şehri doldurmuşlardı. Turistin en yoğun olduğu zamanda, alışılmadık yaşam biçimleri sergilemişlerdi…
“Pardon, niye gelmesinler?” diyeceği geliyor insanın… Binlerce yıl öncesinde, Neolitik çağda kıymetli madenlerini Kıbrıslı tüccarlara satmak için, kıyılara inme geleneği var adamın… Roma’nın egemenliğine başkaldıran şimdinin Bozkır, o zamanın İsauralıları sakın meşhur Alanya korsanları olmasın?
Selçuklu, kışlık başkent niyetine yerleştiği Alanya’nın, yamaçlarında kurduğu av köşklerinde zevk-ü sefa etmişse; Konya sancağına bağlı Alanya’ya develerle zahire ve tuz getirilmişse, torunlarının denize akmasında ne çekince var?
Efendim; gelenler Şahinlere, minibüslere doluşmuş erkek guruplarıymış… E, olacak o kadar tabii; sen kadınsız bir Anadolu yaratmaya çalış, cinselliği körelttiğini, bastırdığını zannet; toplum baskısını en yoğun haliyle uygula, sonra da şikâyet et… Adam ufunetini atabilmek için soluğu tabii ki en yakın kıyı yerleşiminde alacak; mahpus ettiği kadınını da evinde bırakarak…
Tehlikeli araç kullanmışlar, yüksek sesli müzik çalmışlar… Demeyin yahu; bagajı arabanın kendisinden pahalı hoparlörlerle kapatılmış onlarca Alanya plakası sayarım size! Ya da araçlarında tepinen Almancı Anadoluluları gösteririm örnek olarak. Yetmezse rezervdeki Tek Tekergiller var!
Denize tuhaf kispetlerle, haşemalarla giriyorlarmış… Bonjour; zahmet edip son birkaç yıldır ayaklarını denize soksaydın, görürdün zaten Alanya plajlarının ne hal aldığını… Biraz dolansaydın, Alanya’nın D-400’ünün hemen arkasındaki sokakların görüntüsünün İç ve Doğu Anadoluluyu bağrına basmaya hazır olduğunu anlardın…
İnanmayacaksınız ama gece yarıları yabancı erkekler caddelerde tuhaf naralar atarken, bizimkiler(!) onlara futbol ve Gezi tezahüratları ile karşılık veriyor. Olumlu olarak da farklıyız yani onlardan!
Yazıyı bitirmeden; The Atlantic Monthly dergisinin Mart 1982 sayısında, “Kırık Camlar: Polis ve Mahalle Güvenliği” diye bir makale yayınlanmış. Kırık camlar Kuramı diye adlandırılan yazıda özetle şöyle deniyor: düzensiz bir ortam ya da çevre, orasıyla kimsenin ilgilenmediğini gösteren bir ileti verir ve kriminal davranışları davet eder. Kurama adını veren örnek, mahalledeki evlerden birinin camı kırıksa ve değiştirilmiyorsa, kısa süre içinde evin ve başka evlerin de camlarının kırılmaya başladığıdır…
New York’un efsane belediye başkanı Giuliani bu kuramı kent yönetimine uyarlamış; duvar yazılarını her gece sildirterek, çöpleri sürekli aldırtarak, aldığı sert önlemlerle şehirde güvenliği sağlayarak daha işin başında şehre sahip çıktığını göstermiştir…
Bilmem anlatabildim mi? Eğer şehirdeki otorite o şehre ilişkin nasıl bir yaşam modeli seçmiş ve o yolda düzenlemeler yapmışsa, şehre gelen konuk profili ve sergilediği davranışlar da aynısı olacaktır; kimsenin de yakınma hakkı yoktur…