PAZARDA 10 TL'ye yaptığımız alışveriş artık 17-18 liraya dayandı. Sebze fiyatları yükselince,

PAZARDA

10 TL'ye yaptığımız alışveriş artık 17-18 liraya dayandı. Sebze fiyatları yükselince, "Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana" türküsü Yemen Türküsü gibi yeniden gündem yaptı.

Durum bu olunca, zaten ziyaret etmekte olduğumuz pazar esnafına patates, soğan gibi çok yenilen sebzelerdeki fiyat artışını sorduk.
Yorumlar muhtelifti.
Kimisi diyordu ki "İki Mardinli patates mafyası var”. Patatesi stokluyorlar, fiyat artınca piyasaya sürüyorlar. İş büyük, kaos teorisi hayata geçmiş. Dibinde satış yapan diğer esnaf itiraz etti. Patates uzun süre depolanacak bir sebze değil, çürür dedi.
Pazar esnafı, olmayan müşteriyi beklediği için bol vakti vardı. Bir ötekisi ise, yeterli üretimin olmadığını, patates üreticisinin küstürüldüğü söyledi.
Benim yorumum ise, çiftçiye bilimsel ve yeterli nakdi destekler verilmediğinden, plansızlığın hüküm sürdüğüne inanıyorum.
Şunu da ifade etmek gerekir. Tarım ürünleri hiçbir zaman sanayi ürünü ile rekabet edemediğinden, her devlet, halkı aç kalmasın diye üreticiye destek verir. Biz betona destek verdiğimiz için beton bizim karnımızı doyurmuyor.
Çiftçi hal mafyalarının ve plansızlığın kurbanı olurken, tüketici de sebzeyi pahalı yemek zorunda kalıyor.
Et yemenin zorlaştığı ülkemizde, bir de, sebze fiyatları artarsa, artık gıda teröründen rahatça söz edebiliriz.
Dikkat ederseniz piyasadan ve piyasanın fiyatları belirlediğinden hiç söz edemiyoruz. Sebzede henüz tekeller oluşmadığından, piyasayı düzenleyecek devlet müdahalesi de olmadığından, bir ürün bir yıl çöpe gidiyor. Aynı ürün bir sonraki sene ekilmiyor. Kör döngüdür gidiyor.
Bu arada iyi yetişmiş Ziraat Mühendislerimiz de ya boş geziyor ya da başka işlerde istihdam ediliyorlar. Üretici-ziraat mühendisi ilişkisi bir türlü halledilemiyor.
Eskiden, köylüye tohumluk buğday sağlayan Devlet Üretme Çiftlikleri vardı. Damızlık hayvan ve diğer konularda bilginin üreticiye ulaşmasına yardımcı olurdu. Bu tür ziraat kurumları özelleştirilip kapatılınca, çiftçi Allah'a emanet oldu.
Gıda meselesi aslında açlık seviyesinde sürüyor. Büyükşehirlerde pıtrak gibi açılan simitçi dükkânlarına bakarsanız millet simitle karnını doyuruyor. Kapitalizm simitten de kazanacağını kazanıyor fakat sonuç değişmiyor. Mübarek simitçi isimleri de Amerikancılaşıyor. Açlığın giderilmesinin adı Simit Center, Simit Cafe oluyor. Piyasanın çözümleri böyle oluyor.
Kuru bakliyatı, patates ve soğanı da ithal edersek ki ediyoruz, dolar da azaldığına göre, kıtlık emareleri olursa şaşmayalım. Aslında simit yiyerek “gizli kıtlık sürecini” aşsak bile sebzenin yokluğu et yokluğuna benzemez.
Tarımda ithalat, tarım cinayetidir. Küstürülen ya da geçimini temin edemeyen çiftçi, büyükşehre gelir, simitçi dükkânı bile açamaz.
Özelleştirmelerin ve plansızlığın sonuçlarını yaşıyoruz. “Devlet ekonomiye müdahale etmesin” diyenlerin akıllarını kullandık.
Şimdi halkımız başkalarının aklını değil kendi aklını hâkim kılmalıdır. Bu akla ipotek koymaya çalışanlara da izin verilmemelidir. Seçim sonrası Alanya’mızda tartıştırılan şu:
Tarikat kime oy verdi? Cemaat kim dedi? İçinden çıkmamız gereken sorunlarımız bizi beklerken, bunlara paye veren, aklımızı, oyumuzu ipotek altına aldıklarını zannedenlere siz kimsiniz derler. Kişisel menfaat için her şeyi yapacak olan 15 Temmuz’da da gördüğümüz gibi hayatımıza ülkemize kast eden, gruplaşarak piyasayı da bir tehdit aracı olarak kullanabilecek olanlara cevabımız şudur:
"Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."