İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin birincil
hedefi hâline gelen Orta Doğu deyimi coğrafi değil, siyasi bir tanımdır. Orta Doğu, dar
anlamıyla Güneybatı Asya devletlerini, geniş anlamıyla Güneybatı Asya devletleri, Kuzey
Afrika devletleri (Fas dahil) ve doğuda Afganistan ile Pakistan devletlerini içerir. Yaygın
olarak Atlantik’ten Ganj havzasına kadar uzanan bölgeyi ifade etmek için kullanılmaktadır.
Cemil Meriç; “Orta Doğu kaypak bir mefhumdur. Çünkü ne zaman doğduğu, niçin doğduğu,
hudutlarının ne olduğu konusunda rivayetlerin muhtelif olduğu bir kavramdır” sözleri ile bu
konuda düşüncesini ortaya koymuştur.
Orta Doğu, tarihte büyük imparatorlukların kurulduğu bir alandır. Orta Doğu bölgesi sahip
olduğu dini, toplumsal, ekonomik ve siyasal ilişkiler açısından iç ve dış etkilere açıktır. Bu
nedenle Orta Doğu’da olanları anlamak kolay değildir.
XX. yüzyılın ilk yarısından itibaren petrolün değer kazanmasıyla Orta Doğu’nun önemi
artmıştır. Enerji kaynaklarına sahip olmak isteyen emperyal devletler arasındaki mücadele
sebebiyle Orta Doğu coğrafyası üzerindeki paylaşım savaşları hızlanmıştır. Bölgede bulunan
zengin petrol, doğalgaz kaynaklarını kontrol etmek isteyen büyük güçler sürekli
kurguladıkları isyanlar ve savaşlar, yaptıkları anlaşmalar ve kurdukları ittifaklarla Orta
Doğu’nun tarihini değiştirmişlerdir ve değiştirmeye devam etmektedirler.
Orta Doğu, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sykes-Picot anlaşması sonucunda yeniden
düzenlenmiştir. 1916 yılında Birleşik Krallık ve Fransa arasında imzalanan Sykes-Picot
Anlaşması ile Fransa Akdeniz sahillerine, Birleşik Krallık ise petrol kaynaklarının
yoğunlaştığı Mezopotamya ve Hayfa çevresindeki alanlara sahip olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu'nun ortadan kalkması ile Batılı güçler
tarafından Arapların bulunduğu coğrafya cetvelle çizilmiş sınırlarla bölünmüştür. Ülkelerin
sınırları Batılı güçlerin isteği doğrultusunda, bölge halklarına sorulmadan baskıcı bir anlayışla
tespit edilmiştir. Sınırları masa başında oluşturulan devletlerde farklı etnik ve dini gruplar bir
arada bulunmaya zorlanarak günümüzde de olduğu gibi şiddetli çatışma ortamı tesis
edilmiştir. Sykes-Picot Anlaşması, Ortadoğu’da savaşın, şiddetin, gözyaşının ve aşırılığın
sebebi olarak gösterilmektedir.
XIX. yüzyıldan itibaren tüm dünyayı etkileyen ulusçuluk akımına Orta Doğu halkları da
bigane kalmamışlardır. Avrupa’da bütünleşmeyi sağlayan ulusçuluk anlayışı, Orta Doğu’da
yıkıcı ve bölücü bir rol oynamıştır. Orta Doğu’da yapay temeller üzerine inşa edilen
ulusçuluk-milliyetçilik düşüncesi, tarihi çok çok eskiye dayanan bölgedeki sorunların gün
yüzüne çıkmasına neden olmuştur. XX. yüzyıl başlarında yaşanan savaşlarla Osmanlı
İmparatorluğu’ndan ayrılan Orta Doğu bölgesi etnik ve dini yapısı, mezhebi ve sosyal
bölünmüşlüğü, ekonomik ve politik öncelikleri nedeniyle önce Birleşik Krallık sonra da
ABD’nin komutası altına girmiştir.
I. Dünya Savaşı sonrası Birleşik Krallık ve Fransa farklı siyasal kimliklerle farklı devletlerin
Orta Doğu’da ortaya çıkmasını desteklemişlerdir. Orta Doğu’da Batılı egemen güçlerin yeni
devletler oluşturmasının temelinde enerji kaynaklarına dayalı güç paylaşımında himaye
ettikleri bu ülkeleri stratejik üs olarak kullanma düşüncesi yer almaktadır. Gelecekte
kurguladıkları Orta Doğu için stratejik yatırım yapmışlardır.
I.ve II. Dünya Savaşı sonrasında Orta Doğu’da pek çok yeni milli devlet ortaya çıkmıştır.
Cezayir, sömürgeci güçlere karşı savaşarak bağımsızlığını kazanmıştır. Diğer devletler,
sömürgeci devletlerin çekilmesi sonucunda bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Sömürgeci
İngiliz ve Fransızlar bölgeden çekilirken yeni ulus devletlerin yönetimini güçlerini temsil
eden belirli etnik ve dinsel gruplara bırakmışlardır. Yönetim erkini elde eden azınlık gruplar
iktidarlarını diğer unsurlarla paylaşmamak için yönetimleri altında bulunan halklara baskı
uygulayarak, totaliter yönetimlerini devam ettirmişlerdir.
“Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra bölgede İran, Türkiye ve kısmen de Mısır’ın
dışında kalan yerlerde devlet deneyimi yoktur” Diyen Bernard Lewis, Mısır dışında hiçbirinin
tarihi bir önemi ve hatta coğrafi kesinliği olmadığının altını özellikle çizmektedir.
Büyük savaş sonunda ortaya çıkan ya da çıkarılan devletler, bir ulus devlet anlayışı
geliştirmeden farklı mezhepsel ve etnik grupları barındıran yapay devletler olmuşlardır. Bölge
devletlerinin çoğu kabile kültüründen devlet kültürüne geçmişlerdir. Kısacası ulus inşasını
tamamlayamayan toplumlar devlet kurmuştur.
Sömürge olmaktan kurtulan Orta Doğu toplumları ulus kavramına dayalı güçlü merkezi
devletler kuramamışlardır. Ulus olma sürecini tamamlayamayan ve dış etkinin güçlü olduğu
Orta Doğu’daki devletlerde sosyal ve siyasal sancılar yaşanmaya devam edecektir.