Türkiye, Birleşmiş milletlerin çağrısı üzerine Kore'ye asker göndermiş ve Kore'nin kurtuluşu için savaşmış, bu savaşlarda binlerce şehit vermiş dolayısıyla Kore'nin istiklalinin sağlanmasında büyük hizmeti olmuştur....
Türkiye, Birleşmiş milletlerin çağrısı üzerine Kore’ye asker göndermiş ve Kore’nin kurtuluşu için savaşmış, bu savaşlarda binlerce şehit vermiş dolayısıyla Kore’nin istiklalinin sağlanmasında büyük hizmeti olmuştur. Bu başarının karşılığında NATO’ya girmiştir. Yani, Türkiye’ye NATO’ya birilerinin himmetiyle değil binlerce şehidin kanı pahasına alınmıştır. NATO’nun statüsü gereği, her hangi bir devletin NATO’ya alınması için tüm üye ülkelerinin evet oyuna gereksinim vardır. Birkaç gün önce Berlin’de NATO’ya bağlı Dışişleri Bakanlarının toplantısında, Türkiye’nin karşı çıkmaması sonucunda üye yapılan Çek Cumhuriyeti dışişleri Bakanı Karel, Güney Kıbrıs yönetiminin NATO’ya üye alınması için yaptığı müracaatını gündeme taşıyarak ve Türkiye’nin AB üyesi olmadığını da ileri sürerek diyor ki: “AB üyesi olmayan bir ülke bizim iç işlerimize karışamaz.” Toplantıda bulunan Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu, hiç kimsenin beklemediği ve ummadığı bir şekilde ve onların anlayacağı sertlikte şöyle cevap veriyor: “Kıbrıs Rum yönetimi beni AB’den bloke edecek, ben de onu karşımda eşit şartlarda oturtacağım, öyle mi? Bunu bir daha asla zihninizden bile geçirmeyin. Bizde şantaj kültürü olmadığı için ÇEK Cumhuriyeti olarak bu koltukta oturuyorsunuz.”
Bu umulmadık sert konuşma üzerine salonda soğuk bir hava oluşmuş, ancak Çek Cumhuriyeti Dışişleri bakanı Karel’in “Beni yanlış anladınız, sizden özür dilerim” söylemi üzerine hava biraz ısınmıştır.
Aynı hafta içinde Başbakan’ın AKPM’de yani Fransa’nın Strasburg kentinde, üye devletlerin, bilhassa Avrupalı parlamenterlerin sorduğu sorulara verdiği cevap esasen Türk milleti için çok büyük onur kaynağı olmuş idi. Almanya’nın başkenti Berlin’de, NATO Dışişleri Bakanlarının toplantısında, Dışişleri Bakanımızın Çek dışişleri bakanının şahsında diğer üye devletlerinin dışişleri bakanlarını da özür dileyecek konuma sokması artık Türk Devletinin gücünü gösteren bir parametre olmuştur. Artık, karşıların da, ekonomisi zayıf, IMF’ye el açan bir devlet yok, ekonomisi güçlü, ordusu disiplinli, demokratik, laik ve sosyal bir devlet vardır. Her devletin ABD’nin, AB’nin bu gerçeğin bilincinde olarak konuşması, ona göre tavrını düzeltmesi gerekmektedir.
Türkiye, bu duruma, istikrarlı bir dönemden sonra kararlı bir iktidarın yoğun çalışması, iç ve dış mihrakların tüm karşı koymalarına rağmen gelebilmiştir. Hâlâ, bu durumdan rahatsız olanların mevcudiyetini görüyor ve üzülüyoruz. Bu gün iktidarda AK Parti varsa, yarın bir başka partinin iktidar olması mümkün değil mi? Onun için, konuşurken, eylem yaparken bu olasılığı akıldan çıkarmamak gerekir. Ebediyen yaşayacak olan Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk milletidir. “Değişime karşı çıkan, çağın nabzını tutamayan statükonun kibirli mensupları”nın bundan böyle başlarını kumdan çıkarıp küreselleşmiş dünyayı temaşa etmeleri şart olmuştur. Mevlana “Dün dünde kaldı, bugüne bakalım cancağızım” sözünün manasını iyi kavramalıyız.