GEÇENLERDE Yeni Alanya'da yayınlanan

GEÇENLERDE

Yeni Alanya'da yayınlanan "Ne atım ahırda, ne de eşeğim gölgede" başlıklı köşe yazım büyük ses getirdi.

Sağ olun, var olun.

Hafta içi ben diyeyim 100, siz deyin 200 takipçim ya telefonla aradı, ya mesaj çekti, ya da sosyal medyadan tebrik etti.

İçlerinde öyle isimler vardı ki, ben bile aramalarına, mesaj atmalarına hayret ettim, konuşmamız bittikten sonra telefon rehberinin “arama kaydı” bölümüne girip baktım, “yok yok, hayal değilmiş” deyip teselli buldum.

Bu arada, “Ferhat Karatay” adlı genç bir okuyucum, “Abi, yazılarının meftunuyum. Ben de ileride senin gibi yazmak istiyorum. Nasıl buluyorsun bu konuları. Rica etsem püf noktalarını anlatabilir misin?” deyip hem egomu tavan yaptırınca, hem de üzerime inanılmaz bir misyon yükleyince, “Peki, seni kırmayacağım kardeşim. Köşe yazılarımı nasıl hazırladığımı uygun bir günde köşe yazımda seninle paylaşacağım” diye cevap yazdım.

Hazırsan başlıyorum Ferhatçııım.

İŞTE TAM BURASI

Sen yabancı değilsin, olay tam olarak şöyle cereyan ediyor.

Her sabah mutlaka 06.00’da uyanıyorum.

Sabah 05.30 gibi hazır olan ballı kaymaklı, bıldırcın yumurtalı kallavi kahvaltımı yapmadan önce, evin hayli büyükçe banyosundaki jakuzide aç karnına mutlaka ılık bir banyo alıyorum.

İleride köşe yazarı olursan bunu her sabah yapmanı tavsiye ederim.

Çünkü bir köşe yazısı, bu yapılmadan asla bir köşe yazısı niteliği taşımaz.

Ardından, üzerinde eskiden “Alanya’da Yaşamanın Bir Bedeli Var” yazan, son bir aydır da “Bir Alanya’mız Var” yazılı bornozumu giyip, cefakâr kapıcımızın kapı koluna astığı günlük gazetelerimi alarak evin en sessiz, en gürültüsüz bölümü olan teras katına çıkıyorum.

Bu arada ayıptır söylemesi, Damlataş ve Kale manzarası eşliğinde gazetelerin spor, ekonomi, magazin ve elbette olmazsa olmazım siyaset sayfalarını, kremalı sütlü bir İtalyan kahvesi eşliğinde okuyarak köşe yazıma hazırlanıyorum.

Sadece kendi gazetemizi değil, Alanya’da yayın yapan diğer değerli basın yayın organlarını da iyice bir süzüyorum ki, şehir hakkında fikir sahibi olabileyim, sizlere en muhteşem (!) fikirlerimi aktarabileyim.

Gazeteleri kıraat işi bittikten sonra hem şahsi hem de şirket hattının takılı olduğu telefonlarımı açıp gelen mesajları, arayan numaraları gözden geçiriyorum.

Bu arada, laf aramızda, yengen, kaçırdığı dizileri, tembihli olmasına rağmen eğer geceden izlemediyse ve internet paketinin kotasını bitirmediyse, masanın üzerindeki IPAD’ın de şöyle bir tozunu alıp, buradan abonesi olduğum büyük gazetelerin haberlerine, okuyucu yorumlarına falan göz atıyorum.

Bu esnada saat 10-10.30'a geliyor, çarşıda mesai çoktan başlamış oluyor.

Misal, her sabah en erken Sayın Alanya Kaymakamı’nı arıyorum. Kaymakam Bey’den gece şehir genelinde asayişe müessir bir olay olup olmadığını, bugün ilçede takip etmemiz gereken bir mevzu bulunup bulunmadığını öğreniyorum.

Kaymakam Bey ile sadece haberlik veya köşe yazılık değil, günlük çerez niteliğindeki fındık fıstık mevzuları da hasbıhal ettikten sonra sırasıyla Alanya Belediye Başkanı’nı, Büyükşehir Koordinatörü’nü ve siyasi partilerin ilçe başkanlarını arayıp, sohbetlerin içerisinde yazılabilecek bir bilgi kırıntısı arıyorum.

Sağ olsunlar, hiç geri çevirmiyorlar, görüşmeler bittikten sonra elimde yığınla konu buluyorum.

Saat 12.00 gibi hazırlanıp bizim dairenin de bulunduğu yüksek güvenlikli siteden çıkıyorum, merdivende veya asansörde karşılaştığım komşularımın güler yüzlü selamlarına en az iki katı güler yüzle karşılık verip bölgede kısa bir de esnaf ziyareti yapıyorum.

Sağ olsunlar, gazetedeki fotoğrafımızdan az buçuk tanındığımız için esnafından yolda yürüyen vatandaşına herkes gelip bir sıkıntısını anlatıyor, “Şunu da yazar mısın?” diye ricada bulunuyor.

Pek çoğuna kartvizitimi verip “Hay hay, elbette yazarım. Beni akşama doğru arayın lütfen” diyorum, bazılarının sorunlarını ise hemen orada not alıyorum.

Çarşıda bir iki siyasetçi, bir iki bürokrat, bir iki esnaf ziyareti yaptıktan sonra gazeteye geliyorum ve emrime tahsis edilen 10 metrekarelik, çok kıymetli İç Mimar Gökhan Sipahioğlu ve ortağı Murat Gülten'in aylar süren titiz çalışması sonucu bizi kırmayarak dekore ettiği ofisime geçiyorum.

Bu sırada özel asistanım, gazetedeki adeta sağ kolum olan sevgili Müberra Hanım, ben ofise gelmeden önce arayıp soran, ziyaretime gelen dostların ve okuyucuların isimlerini ve özel notlarını tarafıma iletip, mutlaka ama mutlaka “Kapıda da birkaç kişi var, görüşmek için sizi bekliyorlar” diyor.

Bu yoğun koşturmaca içinde saat oldu mu sana 15.00, Ferhatçııım.

Misafirlerle ilgilendikten, gelen telefonlara baktıktan sonra sekreteryaya “Bugünlük bu kadar” deyip o saatten sonra ne bir konuk ne de bir telefon kabul etmeyeceğimi ilan ediyorum.

Ve saat 17.00 sularında, bana dört yıldır peş peşe “Alanya Gazeteciler Cemiyeti Yılın En İyi Köşe Yazarı” ödülü kazandıran köşe yazılarımdan birine daha başlamanın mutluluğunu yaşıyorum.

Bir köşe yazısı nasıl hazırlanır ve yazılır, şimdi öğrendin mi Ferhatçııım.

Tam anlayamadıysan şimdi de şu satırları oku lütfen.

En yukarıda “İŞTE TAM BURASI” yazan paragraftan sonra yazılanların hepsi palavraydı.

Ballı börekli kahvaltılar, jakuzilerde ılık banyolar, terasta Kale manzarası eşliğinde cappucinolar, yok efendim onu aradımlar, vay efendim şununla görüştümler, hepsi hikayeydi.

Köşe nasıl yazılır söyleyeyim mi Ferhatçıım.

Kafana, yaşadığın şehirle ilgili bir mevzuyu takarsın, o mevzuyu kendine dert edinirsin, gider altını üstünü, dibini dipçiğini araştırırsın, sonra bir bilgisayar bulur, oturur yazarsın.

Sana lazım olan; sağlam bir fikir, iki el, bir de beyninden geçenleri dökebileceğin elektronik bir cihazdır.

Başka bir şey arama, sorma kardeşim.

Cevher varsa senden ötürüdür, gerisi yalan dolandır.

(DİP NOT: Böylesine sulu, ciddiyetten uzak bir yazıyı ta buraya kadar okutabiliyorsan, sen zaten ‘olmuş’sun Ferhatçııım. Aman dikkat et, her an dalından bile düşebilirsin.)