ŞEHRİN korunaklı semtlerinde, betonarme duvarların ve güvenlik kameralarının ardında, birçoğumuz adeta kalelerde yaşar gibi hissediyoruz. Lüks sitelerimiz, geniş dairelerimizle bize sunulan bu konforlu yaşam, dışarıdaki çığlıkları, fısıltıları ve hatta yükselen isyanları çoğu zaman duymamızı engelliyor. "Bireysel mutluluğu seçen herkes kendi kaderini yaşar" düsturuyla, başkalarının fakirliğini, zenginliğini, başarı ya da başarısızlığını ilgisizce izliyoruz. Üst düzey kazançlarımızla etrafımızda bize el pençe divan duran bir kitle varken, toplumsal sorunlara kafa yormak ne haddimize diye düşünenlerimiz de çok.

Ancak bu konforlu kayıtsızlığın göz ardı edemeyeceğimiz bir bedeli var. Görmezden geldiğimiz "Diğer grup" yaşam koşulları içinden çıkılmaz hale geldiğinde, kendi yöntemleriyle "Olmayanı olandan temin etmeye" başlıyor. İşte o an, korunaklı sandığımız sitelerimiz, lüks yaşam alanlarımız bir anda savunmasız ve çaresiz kalabiliyor. Çünkü toplumsal vicdanın görmezden gelindiği yerde, düzen bir şekilde bozulur.

Peki, bu duruma ne sebep oluyor? Cevaplar aslında çok da karmaşık değil: Gelir adaletsizliği, adam kayırmacılık, fırsat eşitsizliği, torpil, liyakat yoksunluğu ve adama göre hukuk. Elbette, dünyanın hiçbir yerinde tüm toplumların aynı seviyede olması mümkün değil. Ancak, tüm bireylerin aynı şartlarda, yani eşit muamele görerek kendi yollarını çizmeleri durumunda, başarı ya da başarısızlık sadece kendi yetenekleri ve çabaları doğrultusunda şekillenir. İşte o zaman kimse kimseyi suçlayamaz, gıpta ile baktıkları, kendilerinden çok daha başarılı insanlarla aynı şartlarda yarışa başladıklarını bilirler.

Ne yazık ki, toplumda bir üst seviyeye gelen insanlar, kendi konfor alanlarını korumak adına toplumu hiçe saydıkça, dengeler bozuluyor. Huzur bozuluyor, adalet bozuluyor, eşitlik bozuluyor ve en önemlisi toplumsal barış zedeleniyor. Kısır siyasi çekişmelerin, yürütülen güç savaşlarının toplumsal barışa katkı sağlamadığı, aksine zarar verdiği aşikar.

Bir düşünürün dediği gibi, "İnsanlar başaklar gibidir, doldukça boyunları eğilir." Gerçekten dolu dolu, kendini bilmiş ve olgun insanlar, öfke nöbetleri geçirmez, etraflarına huzursuzluk yaymazlar. Şehrini, komşusunu seven, başkalarına empatiyle yaklaşan bireylerin olduğu toplumlar her zaman ileriye gitmiştir.

Aslında her şey empatiyle başlıyor. Saygı görmek için önce saygı duyan bir düşünceye sahip olmak, sihirli bir çözüm sunuyor. Böyle insanlar, eğlenmeyi de yerinde hüznü de yerinde yaşarlar. En küçük bir olayda öfke nöbetlerine kapılmaz, trafikte magandalık yapmaz, kimseleri rahatsız etmezler. Ve bu sihirli anahtarın arkasında sevgi, empati ve çok kaliteli bir kişisel ya da akademik eğitim yatar.

Unutmayalım ki, lüks sitelerimizin duvarları ne kadar yüksek olursa olsun, toplumsal vicdanın sesi yükseldiğinde, o duvarlar sadece birer illüzyondan ibaret kalır. Gerçek güvenlik, toplumsal adaletin ve barışın tesis edildiği bir zeminde mümkündür. Belki de kendi kaderimizi çizerken, ortak yazgımızın ayrılmaz bir parçası olduğumuzu hatırlamak, geleceğe daha sağlam adımlarla ilerlememizi sağlar.

Bu konuda sizin düşünceleriniz nelerdir? Toplumsal adaletin ve bireysel sorumluluğun kesiştiği bu noktada kendinizi nerede görüyorsunuz?

Esen kalın...