DEĞERLİ okurlar. Sanırım hepimiz karşılaşmışızdır. Bazı tartışmalarda ya da kavgalarda. Önce 'Sen beni tanıyor musun?” 'Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” gibi kendini yüceltmeye dönük saçma sapan laf salatalarıyla...
DEĞERLİ
okurlar.
Sanırım hepimiz karşılaşmışızdır.
Bazı tartışmalarda ya da kavgalarda.
Önce “Sen beni tanıyor musun?”
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” gibi kendini yüceltmeye dönük saçma sapan laf salatalarıyla karşısındakini ürkütmeye çalışıp sonra da.
“Sen kim oluyorsun?”
“Haddini bil” gibi karşısındakini küçümseme çabaları içine girenlerle her zaman karşı karşıya gelebiliyor ya da bu tür tartışmalar içine girenlere şahit olabiliyoruz.
Televizyon kanallarında yayınlanan kimi yarışmalarda da, benzer çıkışlara rastlıyoruz.
Bu tür çıkışları sergileyenlerin sağlık durumlarından şüphe etmemiz gerekip gerekmediğini, tabii ki uzmanlar bilir ama!
Ben gene de, bu tür beyinlerin, beyin özürlü olmasalar da, kendini beğenmişliğin tavan yapmışlığıyla sarmaş dolaş oldukları kesin.
Hadi bu tür saçmalığı sıradan vatandaşlar olarak bizler şu ya da bu biçimde, bir yerlerde sergiliyor olabiliriz.
Amma ve lakin.
Aklı başında.
Bir yerlere gelmiş.
Hatta.
Devlet adamlığı noktasına taşınmış.
Diplomasinin ve diplomasi dilinin en hassas olunması gereken bir alanda bu tür çıkışları sergileyen bir devlet adamına ne demeli?
Ne denebilir ki?
Sanırım bu tür çıkışları sergileyen siyasilerin bulunduğu toplumlar, hamasi çıkışları, anlamsız yiğitlenmeleri hatta efelenmeleri beğendiğinden, bu siyasetçiler de, bu tür çıkışları sergilemek zorunda kalıyor olmalılar!
Yani.
Asıl suçlu.
Bu tür çıkışlarla mutlu olup alkışlayan toplumlar.
Ama toplum ve birey olarak, La Bruyere’nin şu tespitini aklımızdan çıkartmamamız gerekir: "Başkalarını övmeyenlere, yerenlere, kimseden hoşnut olmayanlara bakın, bunlar kimsenin beğenmedikleri kişilerdir."