Sokağa çıkasım gelmiyor… Desem… Yeridir…
N’oldu bizim ilçeye böyle?
Sanki herşey bir anda oldu bittiye geldi…
Konuları tek tek saymak istemiyorum…
Sanki bir öncekinden ve ondan öncekinden gelen birşeyler mi? Ya da ondan öncekilerden mi diyerek Kurtuluş Savaşı yıllarına kadar gidesim de geliyor ara sıra…
70’ler, 80’ler, 90’lar, milenyum ve günümüz…
Herkes suçu birbirine atıyor… Atın… Atmayın da demiyorum… Ama azıcık da çok değil… Azıcık sorunları giderin…
Mahkemelere onları taşıyalım… Askıya eskizler asalım… İtirazlar sunalım… Sunmayanlara nokta noktacı eki getirelim…
Konu buysa bizim bir yeğen var… Acayip suç atar… Acayip de sorumluluk almaz…
Kuralları da var… İnşallah benzemez diyeceğim insanlara benziyor gün geçtikçe… Hayırlısı… Siyasete girmezse sorun olmaz…
Ben… Kendi adıma şanslıyım… Neyi yapmam dedimse yaptım diyecek kadar özeleştirimi yapıyorum…
Zaten bu yöntemi kim bulduysa onun ağzına odunla vurmak lazım…
Sadrazam ve 3 mektup hikâyesi… Malum… Hepiniz bilirsiniz onu…
Bilmeyenler de okusun bunu…
Anlatılır ki; Osmanlı zamanında, işlerin pek de iyi gitmediği bir dönemde, yeni bir sadrazam göreve getirilir.
Devlet saltanat ile yönetildiğinden, Padişah değişmeyeceğine göre, ikinci adam olan sadrazam (vezir-i azam) tüm sorumluluğu üstlenmektedir.
Bu yüzden en küçük bir olumsuzlukta hemen sadrazam diyeti öder.
İşte bu türden bir değişiklik yapılmaktadır…
Yeni sadrazam oldukça hırslı, idealist ve biraz da çok bilmiş birisidir.
Devir teslim yapılır. Eski sadrazam görevi devreder. Ancak yeni ve genç sadrazama bakar, yıllar önceki halini hatırlar.
Bir kaç yıl önce, o da tıpkı bu genç sadrazam gibiydi…
Derken devrik sadrazam önceden hazırladığı 3 tane mektubu yeni sadrazama verir. Bir, iki, üç nolu mektuplar.
Ve şöyle der: “Başın sıkıştığında bir nolu mektubu aç bak.”
Yeni sadrazam nezaketen bir şey demez.
Mektupları alır.
Bir kenara atar. İşe başlar…
Aradan bir zaman geçer.
Dedik ya; işlerin iyi gitmediği dönemlerdir.
Adeta motor arızalıdır.
Şoför değişmenin çok da bir anlamı yoktur.
Yani devlet sistem itibarıyla çökmüştür.
Dolayısıyla yeni sadrazamın da bir faydası olmaz.
Bizimki yavaş yavaş sıkışmaya başlar. Sağa vurur, sola vurur. Sonunda aklına eski sadrazam ve mektuplar gelir.
Dediği gibi, bir nolu mektubu açar, okur.
Şöyle demektedir: “Yapacağın yapamayacağın bir sürü vaatte bulun, sıkışırsan ikinci mektubu aç bak.”
Bizimki başlar atıp tutmaya.
Bir zaman durumu idare eder. Herkes, “hele durun galiba bir şeyler yapacak” diye susar beklerler.
Ancak dedik ya; motor arızalıdır diye. Yeniden itirazlar başlar “Artık ne yapacaksan yap, hep vaat hep vaat.” denilmeye başlanır.
Bizimki hemen iki nolu mektubu hatırlar.
Açar bakar. Şöyle demektedir: “Kendinden öncekileri karala, benim suçum yok de ve sıkışırsan üçüncü mektuba bak.”
Başlar geçmiştekilere sataşmaya.
“Benim bir suçum yok, ben geldiğimde şöyleydi böyleydi” diye.
Bir zaman durumu idare eder. Herkes susar, bir süre ses çıkmaz…
Bu taktik de uzun sürmez.
“Artık yeter anladık senin suçun yok, ancak seni getirdik çözüm bulasın” diye itirazlar başlar.
Yeni sadrazam bu defa gerçekten çok sıkışır.
Aklına üçüncü mektup gelir. Başka da çare kalmamıştır. Açar bakar. Şöyle denilmektedir:
"SEN DE BENİM GİBİ ÜÇ TANE MEKTUP YAZ..."
Bizim Gazipaşa’nın durumu da tamı tamına bu…
Merak ettiğim de mektuplar nerede?