Eski Alanya’da Ramazan ve bayramlar ayrı bir özellik taşırdı. Araştırmalarımızda tespit ettiğimize göre, buluğ çağına gelen herkes mutlaka oruç tutardı
RAHMETLİ babam “Yaşayana gün darı tanesi gibi gelir” derdi. İşte bir Ramazan’ı daha idrak ediyoruz. Ramazan’ın bereketi, uhreviyeti, ulviyeti üzerinize olsun. Gelecek Ramazanlara kimler ölür, kimler sağ kalır bilemiyoruz. Dileğimiz nice Ramazan’larda buluşmaktır.
Ramazan ayları ruhun temizliği ve yaradana yaklaşım ayları olarak kabul edildiğinden Ramazan günleri ibadetle, iyilik ve yardımlaşma ile geçerdi.
Bazı aileler münasip iftar sofraları koyarlar, fakirlerle, komşularla, din adamlarıyla ve akrabalarıyla toplu iftarlar yenilirdi ve mukabele yapılırdı. Eskiden Ramazan topu kale yamacında atılırdı. İftar zamanında bilhassa yaz aylarında oruçlular bir elde ekmek, bir elde zeytin, bütün gözler kale yamacına dönük topun sesinden evvel dumanının çıkışını görmeye çalışırlardı. Bayram hazırlığı bir hafta evvelinden başlardı. Evler temizlenir, imkanı olanlar yeni giysiler diktirirlerdi, saçlar kesilir, fesler kaplanır, püsküller değiştirilirdi. Bayram sabahı erkenden kalkılır, bayramın havasına girilirdi. Erkekler bayram namazına giderler, namazdan sonra da mezarlıklara ziyarete gidilir, mezarlığa murt pürü (mersin yaprağı) dikilir, fatihalar okunurdu. Genelde köylerde bayram sabahında bayanlar tarafından etrafa hoş bir koku veren “künnük” denen tütsü yakılırdı. Bazı köylerde “pişi” adı verilen bazlamalar yapılır, komşulara dağıtılırdı. Çocuklar mantar tabancaları patlatırdı.
Bayram sabahının yaşattığı duygular daha farklı olur, bayram namazından çıkışta top seslerinin uyandırdığı heyecanla güneşli bir bayram dünyasına daha kavuşulurdu.

ESKİ ALANYA’DA İFTAR DAVETLERİ
İftar davetleri genelde ramazanın 15’inden sonra başlar, varlıklı aileler hocaları, akrabalarını, komşuları sırayla iftara çağırırlardı. Bu davetlerde iki ayrı odada erkekler ve kadınlar için yer sofraları hazırlanır, büyük çorba tasları, mahalli deyişle “kazan enikleriyle” yani küçük kazanlarla getirilen çorba, sebze yemeği, laba, pilav, hoşaf gibi muayyen yemekler konuklarla birlikte ortadan yenirdi. Ancak bu ortadan yemenin öyle bir adabı vardı ki, günümüzün alafranga servislerinden daha nezih ve temizdi. Sofra hizmetinde görev alanlar biri sabunlu, diğeri sıcak suyla ıslatılmış el bezleri gezdirdikleri gibi, abdest almak isteyenler için de leğen, ibrik ve havlu hazır olurdu. Sofra çabuk toplanır, cemaat oluşturup akşam namazını kılan erkekler yaşlarına ve saygınlıklarına göre divanlara bağdaş kurup kahvelerini içerlerdi. Teravihe kadar sohbet edilirdi.
OSMANLI’NIN SON DÖNEMİNİ GÖRMÜŞ, 105 YAŞINDA VEFAT EDEN MERHUM ŞÜKRÜ YENİALP ESKİ ALANYA RAMAZANLARINI ŞÖYLE ANLATMIŞTI
Alanya’da Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin bir köprüsü olan 1910 doğumlu Şükrü Yenialp’i, hayatının son günlerinde evinde ziyaret etmiştik. Çocukluk döneminin, yani Osmanlı’nın son dönemlerindeki Alanya’da ramazanları anlatmasını istedik. İşte o gün Alanya’nın bu yaşlı çınarının bu konuda bize anlattıkları:
“Kuyularönü Camisi’nin arkasında iki katlı ahşap bir yapı vardı. Çocukluğumuzda ramazan aylarında bu ahşap yapı çok hareketlenirdi. Bu ahşap yapıda kaledeki Ahmet Hoca’nın dedesi Kocabaş’ın Ahmet Efendi çocuk okuturdu. Buraya medrese denirdi. Dini bilgiler verilirdi. Ramazan ayında hocanın okuttuğu çocukların ailelerinden kırk para istenirdi. Hiç unutmam bu paranın bir tarafında “Devlet-i Aliyeyi Osmaniye”, diğer tarafında “Daraba Fi Konstantiniye” yazardı. (1916) Ramazanda çocuk okutan hocaya herkes bir kat çamaşır, baklava sinisi getirirdi. Çocuğun okuma derecesine göre bu katlanabilirdi. Eski Alanya’da herkes birbiriyle samimi idi. Yek vücuttu.
ESKİ RAMAZAN HAZIRLIKLARI
Ramazan gelmeden önce camiler temizlenir, evler temizlenir, mescitler temizlenirdi. Yufka ekmek bolca yapılırdı. Erişte yapılırdı. Zahire temizlenir, keçi kılından yapma çullara serilir, kurutulur bunlar değirmen taşıyla öğütülür bulgur yapılırdı. Hamur çorbası için malzeme hazırlanırdı. Darı çorbası için darı yarılırdı. Toplu olarak çamaşırlar yıkanırdı. (Gesilikte) Genelde gesilikler kuyuların yanında olurdu. Çamaşırlar küllü suyla yıkanırdı. Çünkü, kuyu suyu sert olduğundan kül suyu yumuşatırdı. Ramazanların yaza geldiği zamanlarda kuyu suları azaldığından Fevzi’lerin çeşmesinden su kabaklarıyla su taşırdık. Güğümleri suyla doldurur, eşeklere yükletir, getirirdik.

ESKİ ALANYA’DA CAMİLERİN AYDINLATILMASI
Camilerin aydınlatılmasında büyük şamdanlar kullanılırdı. Şamdanlıklara bal mumları dikilirdi. Bu bal mumları yakılırdı. Minarelerin etrafına (Şerefelerin) zeytin yağı içine batırılmış fitilli kandiller asılırdı. Çarşı içerisindeki fenerler yakılırdı.”
ESKİ ALANYA’DA RAMAZANLARDA
FİNCAN OYUNU MEŞHURDU
Şükrü Yenialp’in anılarında fincan oyunları büyük bir yer tutar. Anlattığına göre eskilerde Ali İmam Camisi’nin yanında sabaha kadar fincan oyunları oynanırdı. Yine Hisariçi Camisi’nin (Kale Camisi’nin) önündeki odada fincan oyunları oynanırdı. Burada bir oda vardı. Bu oda akşamları kahvehane olarak kullanılırdı (1940). Büyükler kahvenin baş köşesinde, gençler gerilerde otururdu. Büyükler sohbet eder, küçükler dinlerdi. Bu şekildeki sohbetler kalede Arif Efendi’nin ve Bayram Ali’nin odasında da devam ederdi. Alanya’da fakir çocuklara ağaların Sümerbank mamulü elbise alması bir gelenekti.
ESKİLERDE İFTAR VE
SAHURUN BELİRLENMESİ
Şükrü Yenialp’in anlattığına göre, Ramazan topunun atılmadığı eski dönemlerden iftar ve sahurun belirlenmesi için kaleye güvenilir birisi gönderilirmiş. Bu güvenilen kişi kaleden aya bakar, ayı görünce herkese haber verirmiş. 2 bin nüfuslu 1920’lerin Alanya’sında ayı gören kişinin haber vermesiyle bütün mahallelerde şenlik varmış gibi tüfek atılırmış. Ay görününce oruç bozulurmuş. Daha sonraları top atışları başlıyor. Pelitoğlu Hasan ve Hüseyin Ağa top atmaya başlıyor.
RAMAZANLARDA ÖZEL VAAZ VERİLİRDİ
Ramazanlarda Mahmutseydi’li Müderris Hasan Efendi Hoca, Kuddusi Efendi Hoca, Kızılağaçlı Ali Efendi Hoca, Yahya Efendi Hoca, İbrahim Hoca, Yaylalı Dediş Hoca, Hacı Hafızzade Hacı Mehmet Efendi Hoca vaaz verirdi. Ramazan’da Sakal-ı Şerif ziyareti bugün olduğu gibi yapılırdı. Sakal-ı Şerif Osmanlı zamanında Arabistan’dan Kemaloğulları tarafından getirilmişti. Sakal-ı Şerif Ramazan’ın son cuması Kuyularönü Camisi’nde şimdi olduğu gibi ziyarete açılırdı. Kuyularönü Camisi’nin ilk müezzini Hacı Ahmet Efendi idi. Hatibi (Hutbe okuyanı) Hafız’ın Mustafa Efendi idi. İmamı önce Hacı Mehmet Efendi, sonra Müftülerin Emin Efendi olmuştu.
SAHURDA DAVUL ÇALMA
Eski Alanya’da 1930’lu yıllarda Şükrü Yenialp’in anlattığına göre sahurda davul çalınırmış. Davulu Büyük Hasbahçe’den Emiş’in Tevfik’in oğlu Davulcu Murat çalarmış. Yanında Mahmutlarlı Memiş Ağa zurna çalarmış. Ancak davul işini Davulcu Murat’ın kızı Hayriye Teyze’ye ben doğrulatamadığımı burada belirtmek isterim. Hayriye Teyze’nin ifadesine göre babası davul değil trampet çalarmış. Eski Ramazanlarda Alanya’ya dışarıdan da namlı hocalar gelirmiş. Mesela Eğirdirli hoca, Sarıvelilerli hoca, Gülnarlı hoca… Obalı Yakup hoca Kale camisinde namaz kıldırırmış. Evlerde kadınlar mukabele yani Kuran hatmini bugün olduğu gibi yaparlarmış. İkindi namazından sonra ve sabah namazından sonra camilerde erkekler mukabele yaparlarmış. Ramazanlar yaz aylarına denk gelirse mukabeleler sıcaktan dolayı öğleden sonra yapılırmış. Eski Alanya’da Ramazan gelince bütün kahvehaneler, lokantalar saygı için kapanırmış. Alenen yemek içmek kesinlikle olmazmış.
RAMAZAN YEMEKLERİ
Şükrü Yenialp’in anlattığına göre eski Alanya’da Ramazanlarda hoşaf ve pilav çok yenirmiş. Laba dolması genelde Ramazanlarda yapılırmış. Kendisi eski Ramazanlarda söylenen bazı deyişleri de hatırlıyordu.
Mesela:
Cennet taamıdır kabak,
Sen midene bakma, atmaya bak.
Yenilen bakla ile nohut,
Midende çalar tamburla ud,
Dediler cennet taamıdır badılcan,
Yemeye doyulmaz,
Ona dayanmaz can.
Şükrü Yenialp’in eski Ramazanlara dair unutamadığı bir diğer anısı da şöyle:
“Ramazanların birisinde ay tutulur. Def çalarlar, silah atarlar, ayı kurtaramazlar. Bir arkadaşıyla birlikte Kuyularönü Camisi’nin o günlerdeki tahta minaresinin tepesine çıkarlar. Kendisi 20 yaşındadır (1930). Ay kurtulsun diye sela okumaya başlarlar. Birileri aşağıdan “Siz orada ne yapıyorsunuz!” diye bağırır. “Ay tutuldu sela veriyoruz, ayı kurtaracağız” derler. Aşağıdan bağıranlar o dönemin kaymakamıyla, jandarma kumandanıymış. Bizim bu hareketimize güldüler. Bunu hiç unutamıyorum.”
Evet değerli dostlar,
sizlerle zaman tünelinde bir yolculuğa çıkarak Eski Alanya’da eski ramazanları anlatmaya çalıştık. 105 yaşında 2015 yılında vefat eden, Osmanlı’nın son dönemini görmüş Şükrü Yenialp’i rahmetle anıyoruz.
ESKİ ALANYA'DAN BİR RAMAZAN ANEKDOTU
Dönem Osmanlı'nın son zamanlarıdır. O dönemde Alanya'nın meşhur şairlerinden Çon Ahmet isminde bir zat vardır. Ramazanların birinde Şerif Ali Zade Ahmet Efendi, Molla Arabi Gara Reşit, Rauf Efendi gibi Alanya'nın eşrafları Molla Ahmet Efendi tarafından iftara davet edilirler. Tabi Aşık Çon Ahmet'i de unutmazlar. Çon Ahmet'in, kendisini davet eden Ahmet Hamdi Efendi'den iftarla ilgili istekleri vardır.
İsteklerini içeren şiiri şöyledir:
Hamdi Efendi, beni ediyorsun davet,
Bir çorba, iki kap yemek bulunsun,
Davete ederim icabet,
Fakat bir tepsi peynirli börek bulunsun.
Kelamı fehmeder olanlar arif,
Benim için etme fazla mesarif,
İki kıyye olsun telli kadayıf,
Anın evelinde semek bulunsun.
Hasılı olmasın dıraz,
Bir kuzu dolması, 7-8 kaz,
Dinlemek için olsa da keman ile saz,
Kızartılmış 15 ördek bulunsun.
Yarım kıyye kahve, bir kıyye duhan,
Ekmek 150'den olmasın noksan,
Refik olmazsa bir ehli suhan,
Zarar yok, 1-2 zevzek bulunsun.
Nazmiyle ahvalim size bildirir,
Her kim olursa anı güldürür,
Belki Sıtkı'yı soğuk aldırır,
İhtiyat bir kutu tiryak alınsın.
NOT: Bu bilgi ve şiir, Alanya'nın değerlerinden merhum Fuat Salur'dan alınmıştır.
'ESKİ RAMAZANLAR VE ÇOCUKLUĞUM'
Eski Alanya’ya ve onunla birlikte yitirilen değerlere hep selam olsun…
Şair Yavuz Bülent Bakiler’in “Eski Ramazanlar ve Çocukluğum” adlı şiiriyle yazımızı noktalıyoruz.
Ah Ramazan günlerinde gördüğüm sevgi,
Büyük bir huzurla başlayan sabah.
Sonra durup durup tekrarladığım,
Çocuksu çocuksu bismillah!
Bakardım her sabah kadınlar, kızlar,
Bütün konu-komşu bizde.
Ve beyaz tülbentli ince bir kadın,
Kuran okuyor evimizde.
Beyaz papatyalar gibi beyaz tülbentli gelinler,
İlahiler okurlardı sonra derinden.
Bir bulut geçerdi nemli, ıpıslak,
Gelinlerin sürmeli gözlerinden.
Uhrevi bir alem başlardı nakış nakış,
Bütün yüzlerdeki nurdan,
Ve tüter dururdu dualarla yakılmış,
O serin sofalarda buhurdan…
Büyürdü her akşam minarelerle beraber,
Mavi göklerdeki varlık.
Kulaklarım okunacak ezan sesinde,
Ceplerimde çeşit çeşit iftarlık.
Halbuki ben o zamanlar-çocukluk bu ya-
Tutup herkesten gizli,
Bozardım orucumu bir bardak suya,
Ama kimseler bilmezdi.
Şimdi ne o kadınlar, ne uzun saçlı kızlar,
Ne o beyaz tülbentli gelinlerden eser var.
Duymuyorum yüzümde sıcak nefeslerini,
Alıp götürdü artık serin bir rüzgar,
Buhurdanlarla beraber o ezan seslerini…
Çıkıp gitsem diyorum şimdi bir gece,
Hiç kimse bilmese yerimi,
Ne olur yaşasam şöyle gönlümce
Yeni baştan çocukluk günlerimi.