PERŞEMBENİN gelişi çarşambadan belliydi. Son gelişmeler sonrasında turizmde panik başladı... Turizmi bir devlet politikası gibi görmeyip, yalnızca kazançlarıyla ilgilenen bir anlayış son 12 yıldır ülkeyi yönetiyor. Dahası, tahayyüllerindeki...
PERŞEMBENİN
gelişi çarşambadan belliydi. Son gelişmeler sonrasında turizmde panik başladı...
Turizmi bir devlet politikası gibi görmeyip, yalnızca kazançlarıyla ilgilenen bir anlayış son 12 yıldır ülkeyi yönetiyor. Dahası, tahayyüllerindeki muhafazakar Türkiye için, kıyılarda yapılan kum deniz güneş turizmi onlar için bir tehlike bile arzediyor...
Bütçedeki deliğin önemli bir kısmını karşılamasına rağmen turizmin vazgeçilmezi olan içki vergisini sürekli yükseltiyor. Turistik mekanlarda içki reklamını kaldırıp, satışını kısıtlıyor. Turizmci, dünyanın en pahalı yakıtını, elektriğini kullanarak, sürekli ahlaksız tekliflerde bulunan büyük tekellere rağmen ayakta kalmaya çalışıyor...
Köylülüğü kıracağım diyerek aile tarımını bitirip, kırsalın gençlerini ucuz, güvencesiz iş gücü olarak şehirlere sürüklüyor. Kalifiye olmaktan uzak bu genç insan gücü yeterli müşteri memnuniyeti yaratamıyor. Turistik tesislerin bu konuda gittikçe artan isteklerini giderme yönünde önlem alınmıyor.
Eğlenceye dönük kitle turizminin yapıldığı sahil bandında taklit ürün satılmasına, bir diyet olarak(!) göz yumuluyor. Kaçak içki, sigara, uyuşturucu ticaretinin nerden köken alındığı bilinmesine rağmen kaynak kurutulamıyor. Böylece o, "kırmızı sahil bandı" niteliksiz turizme/turiste mahkum ediliyor...
Dünyaya gözünü kapıyor, kulağını tıkıyor. Siyasal sosyal gelişmelere en duyarlı olan kurvaziyer turizminin, Doğu Akdeniz çanağındaki tehlikelere karşı turlarını belirsiz bir tarihe kadar ertelemesi uyarı olmuyor. Dünya televizyonlarının Türkiye'yi sınırında bir savaş süren, dahası yaptığı yardımlarla bir taraf ülke olarak görmesine aldırmıyor...
Cumhurbaşkanı Batı'ya karşı sırtını çevirdiğini, mudanasızlığını hemen her mesajında fütursuzca vurguluyor. Alanyalı Dışişleri Bakanı, "değerli yalnızlığın" önemini daha yeni açıkladı. Turizm bakanı deseniz ortalıkta yok, çünkü bu düşük makama atandığı için ona küs! Ülkenin uluslararası ölçekte değerlendirmede bulunulan her karnesi zayıflarla dolu.
Bir de buna Rusya'nın dize getirilmesi için ortaya konan ahlaksız oyunlar eklenince ve bunun sonucu Rus turist kaybı aşikar olunca "yandı gülüm keten helva", etekler tutuşuyor.
Bu durumda, Alanya benzeri turizm mekanlarının kurtuluş reçetesi iç turizme de yönelmekten geçiyor... İç turizm denince, üzerine peştemallarını sarmış, göbekli, deri terlikleri ile caddeleri dolduran erkek yoğunluklu ülke vatandaşı Alanya'nın ilk tercihi olmamalı. 1970'li yılların, çekirdek aile ile yapılan turizmi özendirilmeli.
İşe şehirdeki belirleyici, yönlendirici turizm otoritesini iyi tanımlayarak başlamak gerekiyor. Alanya turizm politikalarını belirleyecek, bu konuda gündem oluşturacak kurulların içinde, günlük beton fiyatlarını verenlerden ziyade bir fiil turizmle uğraşanlar yer almalı. Alanya'nın emlak ya da inşaat sektörü öncülüğünde değil, sonsuza kadar turizm aracılığıyla büyüyecek bir belde olacağı kafalara dank edilmeli...
Güvenli, denetimli, kurallara uyulan, insana saygılı, eğlencenin dozunun ayarlandığı bir tatil şehri, içinde yaşadığı halk kadar konuğu da memnun edecek, tekrar ziyaretler planlamasına neden olacaktır. Tam da aksi, insan davranışı ve mekan özelliğiyle niteliği yükselmiş bir şehir bazılarını rahatsız edecek, dolayısıyla gelmeyeceklerdir...
Alanya ne yazık ki Türkiye gündemine çok iyi haberlerle oturmuyor. Bu görüntüyü kırmak için her coğrafi bölge, il, ilçe bazında çok örgütlü tanıtım çalışmaları yapmak gerekiyor. Eskinin hakim olduğu, "Bütün dünya bizi tanıyor; turizm başkenti Alanya" böbürlenmelerini bırakıp gereken önlemleri acilen almak şart oldu. Başka türlü mama yok... Olmadığı gibi çözüm de yok...